ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

26 Kasım 2013 Salı

NİŞANTAŞI

Kırlık, geniş bir alan. Aralarda kendiliğinden bitivermiş tek tük meyve ağaçları var, dut veya incir olabilir. Issız değil de sessiz; kent ötede, yarım saatlik yürüme mesafesinde. Değişik doğrultularda açılmış patika yollar toprağın üzerinde incecik çizgiler halinde uzanıyorlar. Gün ağarırken çiğ tanelerinin ıslattığı bitkilerden hoş kokular yükseliyor. Herhangi bir aydınlık İstanbul sabahında kuşlar cıvıldaşıyor, tembel kaplumbağalarla meraklı fındık fareleri otların doğal örtüsüyle gizlenmiş, yiyecek arıyor. Orta yerdeki kocaman, uzun, ağır, üzeri pütür pütür taşın dibine kadar gidiyorlar. Derken uzaklardan nal sesleri duyuluyor, atlılar tozu dumana katarak yaklaşıyorlar. Ortamın küçük sakinleri oraya buraya kaçışarak meydanı insanlara bırakıyorlar. Gelenler saraylı erkanı. En baştaki kaftanlı, tuğralı olanı padişah. Aslında bahtsız bir adam: III. Selim. Amcasıyla amcaoğlu arasında hüküm sürüp öncesindeki çocukluk ve sonrasındaki orta yaşlılık yıllarını tutsak olarak geçirmiş, sonunda da boğdurulmuş. Diktirdiği nişan taşına etrafındaki kalabalığın tanıklığında ateş ederek gün boyu atış talimi yapmak için buraya geliyor. Öyle uzun kalıyor ki öğle ve ikindi namazlarını rahat kılabileceği bir mescid bile inşa ettiriyor. Zaman, on sekizinci yüzyılın sonları.

            Bir ‘alamet’in çevresinde gelişen semt: Nişantaşı. Abdülmecit’in bölgeyi iskana açma buyruğunu taşa yazdırması, mescidin Teşvikiye Camii haline gelmesi, Osmanlı hanedanının ikamet yeri olarak önce Dolmabahçe’ye sonra Yıldız’a taşınması, Pera’ya yakınlığı zenginlerin, yüksek düzeyli devlet memurlarının yerleşmek için tercih ettikleri yer olmasındaki başlıca etkenler. Patikalar düzenli caddelere dönüşmüş, modern, gösterişli apartmanlar inşa edilmiş. Artık on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındayız.

Şehirleşmeye başladığı andan itibaren ‘burjuva’; en temel özelliği bu. Karakterinde istikrar var. Maddi sıkıntıyı hiç tatmamış olanların mekanı. Özgüvenli. Sonradan görmeleri kabul etmiyor. Gerçek sakinlerinin eskiden olduğu gibi günümüzde de önemsedikleri yaşam kuralları var. Bir kere dışarıda yüksek sesle konuşulmaz. Yerlere asla çöp atılmaz, sokakta simit yenmez, çekirdek çıtlatılmaz. Taze, lezzetli hamur işleri satan dükkanlardan alınan kurabiyeler poşete değil, kesekağıdına konulur. Genellikle küçük ve giysili köpekler dolaştırılırken bir elde naylon torba vardır, kakalar geride bırakılmaz. Mutfak alışverişine pek çıkılmaz, siparişle getirtilir. Yıllanmış, kaliteli ayakkabı – çanta mağazalarına önceden telefon edilerek, tenha olup olmadığı öğrenilerek sabah saatlerinde uğranır. Beğenilen malların fiyatı sorulmaz, pazarlık yapılmaz. Marka giysiler gerçektir, çakmaya rastlanmaz. Resim galerisi sahipleri, antikacılar, pulcular, müzayedeciler buranın köklü, iyi kazanan, görgülü ticaret erbabıdır, karşılaşılınca selam verilmeden geçilmez.

Trafiği hemen her zaman durma noktasında, park yeri bulunmayan, buna rağmen yine de arabayla gidilen semttir. Kaldırımları düzgün ama dardır. Apartmanları eski de olsa bakımlıdır. İçlerindeki asansörlerin çoğu nedense çift kapılıdır. Meşhur hastanesi öylesine pahalıdır ki pek çok özel sigorta şirketi anlaşmalı kurum listesine dahil etmez. Lokantaları, kafeleri küçük ve şıktır. Nişantaşı’nda her şey, herkes şıktır zaten. Ne kadınların ne de erkeklerin elbiselerinde tek kırışık yoktur, lekelenmezler. Rüzgarda, yağmurda falan saçları bozulmaz. Ayakkabıları çamur olmaz, çorapları kaçmaz. Sıcakta hiç ter kokmazlar. Tersine, yerli kalabalığın arasında parfüm dükkanında dolaşılıyormuş gibi hissetmek mümkündür.

Mimarisiyle semte uyumlu, ışıltılı alışveriş merkezinin üst katındaki ‘mahalle’ lükstür. Sinema salonlarının koltukları diğer İstanbul sinemalarınınkilerden geniştir. Buranın camlarından görünen manzara semtin ana hatlarıyla, hatasız bir eskizini çizer: Bitişik nizam, beyaz, Fransız balkonlu binalar, örtülü perdeler, yeşilliksiz sokaklar, son model arabalar, güzel insanlar. Kozmopolit değil; kendisinden olmayana tümüyle kapalı. İstanbul’un geneline yabancı. Renksiz fakat zevkli.

Nişantaşı, aileden zengin mirasyediyle kaldırım mühendisini birbirinden ayırabilir. İlkine kucağını açar, ikincisini ne yapar eder kendisinden uzaklaştırır. Paraya bayılır ancak görgülü olması şartıyla. Sıradan kentlilereyse sadece dekor olarak katlanır.


İstanbul’un kendine has, kişiliği kemikleşmiş, esas parçalarından biridir.

Hiç yorum yok: