ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

9 Kasım 2013 Cumartesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Zarif Çinili Köşk ve aynı derecede göz alıcı Sanayi-i Nefise Mektebi (Eski Şark Eserleri Müzesi) ile üçleme oluşturan Arkeoloji Müzesi ana binası, herhangi bir Avrupa ülkesindeki ihtişamlı bir saraya benziyor. On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı imparatorluğunda ilk kez müze olarak kullanılmak üzere yapılmış sonra da hep amacına uygun olarak değerlendirilmiş, değiştirilmesi akla bile getirilmemiş. Sergilenen yapıtlar çoğalınca yanına ek inşa edilerek yükü hafifletilmeye çalışılmış. Coğrafyamızda kişiliğine müdahaleden kaçınılıp hakkı verilmiş ender yapılardan. Varlığı tartışılmadan onaylanan her oluşum gibi hem kendine güvenli hem huzurlu. Dolayısıyla huzuru çevresine de cömertçe dağıtıyor.
   
            Asırlık çınarlarla gölgelenmiş tarihi yoldan geçip dikdörtgen, geniş avlusuna adım atar atmaz ilgiyi doğrudan üzerine çekiyor, zihinleri kendisine ve içindekilere odaklıyor. Kalın duvarları boyunca dizilmiş başsız, devasa Yunan ve Roma dönemi heykellerinin bu ani konsantrasyonda epeyce rolü var sanırım. Yüksek sütunlu, mermer merdivenli girişi kocaman, davetkar bir ağza benziyor; gerçekten çekici. İçindeki bir milyon çeşit eserden bahsetmeyeceğim ama İskender Lahdi ve Ağlayan Kadınlar Lahdi ile bütünleşerek hatırlandığını da söylemeden geçmemek lazım.

Topkapı Sarayı’na yakınlığı, imparatorluk döneminde Aya İrini Kilisesini eski eser deposu olmaktan kurtarması, zevkli ve kullanışlı yapısı tamam ama kanımca en etkileyici kısmı bahçesi. Hatta işlevsel bir bahçesi bulunmasaydı sadece şu soylu duruşuyla portre konusu olabilir miydi, emin değilim. O binlerce yıllık paha biçilmez taş eserlerin arasına konmuş masaların demir sandalyelerine oturup arkadaşınızla çay veya kahve içmek, hemen arkasında uzanan Gülhane parkına göz gezdirerek alçak sesle, daldan dala atlayarak sohbet etmek, az ilerideki sütunların kuytusunda doğup buralarda büyüyen kedi yavrularını okşamak, yalnızsanız bir kitaba dalıp gitmek… Arkeoloji Müzesi tarihle dolu olup donuk olmayan bir mekan. Geride kalmış yüzyılların ağırlığını oraya gelen kişilerin omuzlarına yükleyerek onları sıkmıyor. Tersine, derin bir nefes aldırarak izlediklerinin üzerinde kafa yormalarını sağlıyor. Merak ettiriyor, hayal ettiriyor, kendisi nasıl hikayeler barındırıyorsa ziyaretçilerinin de hikayeler üretmesini teşvik ediyor. Geçmişle günümüzü, efsanelerle gerçek hayatı bağlıyor; bugünün gelecekte anımsanıp anımsanmayacağını düşündürüyor. Kalıcı iz bırakmanın önemini vurguluyor. Kısacık insan ömründe önemsenmesi gereken değerleri gözden geçirmeye çağırıyor. Bunları, sonsuza değin varlıklarını sürdüreceğe benzeyen inanılmaz yaşlı mermer heykellerle iç içe konumdaki minik, mütevazı çay bahçesi sayesinde yapıyor. Sade ve huzur dolu bir mola sunarak hem diğer insanlarla çevreye hem kendisine hem de içe bakışı derinleştiriyor.

            Son günlerde yeni bir serginin ev sahibi konumunda: Yenikapı’nın Batıkları. Marmaray – Metro çalışmalarında ortaya çıkan batıklar ve Bizans dönemi buluntularının kazı çalışmalarını bizzat İstanbul Arkeoloji Müzeleri üstlenmiş. Henüz Bodrum’da restorasyonları süren otuz yedi adet gemi, bugüne kadar ele geçmiş en büyük tekne koleksiyonu olarak kaydedilmiş. Büyük salona yerleştirilen kürekli Bizans kadırgası, ticaret gemilerinin kargolarından bir bölüm, aynı dönem insan kafatasları, yaklaşık sekiz bin yıl önceki İstanbullu hemşerilerimizden birinin ayak izleri on yıllık kazı serüveninin heyecan vericiliğini açıklıkla yansıtıyor. Gezerken müzenin bu yeni eserleri sevecenlikle bağrına bastığını duyumsadım. Çok yüksek tavanlı, ferah iç mekanı ile her şeyi sergilemeye uygun tarzda planlanmış mimarisinin bu algıyı yaratmaktaki en önemli etkenler olduğunu tahmin ediyorum. Ayrıca görüntü ve ses efektlerinden yararlanarak ilgiyi ayakta tutmayı başaran yeni tip müzecilik anlayışının da hakkını vermek lazım.

            Bin sekizyüzlü yılların ileri görüşlü bilim adamı, Arkeoloji Müzesi’nin babası Osman Hamdi Bey’in adını minnetle anmadan bu yazıyı sonlandırmak doğru olmayacak. Onun izinde giderek binayı bugünkü kişiliğine kavuşturan, yeni arkeolojik buluntularla içeriğinin zenginleşmesini sağlayan şimdiki yöneticilerine ise içtenlikle teşekkür etmek istiyorum. Kentin değerine değer katan gerçek, canlı, yararlı ve çok etkileyici bir mekan burası.
   
Bahçesinde verilecek bir konserde buluşmak dileğiyle…

Hiç yorum yok: