ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

25 Ekim 2010 Pazartesi

KARANLIĞIN SOL ELİ: BİLİMKURGUNUN GERÇEĞİ

En çok etkilendiğin iki yazarın adını söyle deseler hiç düşünmeden Dostoyevski ve Ursula Le Guin derim. 'Suç ve Ceza' ile 'Karanlığın Sol Eli' bence aynı öneme sahip. İlkini üç kez okudum, ikincisini ise dört kez.

Fantastik edebiyatı (bilimkurguyu) ortaokul sıralarında 1984'le tanımıştım. Sonra Burgess'in Otomatik Portakal'ı geldi. Hoşlanmama rağmen özellikle aradığım bir tür değildi. Araya yıllar girdi, Le Guin'in Yerdeniz Büyücüsü'ne rastladım. Devamını da istekle getirdim. Hayal gücünün genişliğine ve farklı dünyalar kurmaktaki ustalığına hayran olmuştum; üçlemesini severek tamamladım. Tolkien'i yani Yüzüklerin Efendisi'ni keşfedince üç cildi bir haftanın içinde yuttum diyebilirim. İşte aradığım buydu! Gerçi Tolkien dilbilimciydi, belki de ana mesleğinin yardımıyla böylesine olmayan bir lisan geliştirebiliyordu ama yine de okurken yazarın zihnini serbest bırakmadaki başarısını derinden hissettim. Şaşırmamak olanaksızdı. Her şeye rağmen kafamda belli belirsiz bir soru işareti oluşmuştu. O sağlam ve müthiş zevk veren yapıda küçücük bir eksiklik vardı. Tekrar okuyunca buldum: Tümevarımı kullanıyordu! Karşıtlıkları ve benzerlikleri farklı insan türlerinde ve mekanlarda gösteriyor, eşleştirmeleri öyle yapıp sonuca ulaşıyordu. O zaman şöyle düşündüğümü anımsıyorum: 'Bu şekilde işleyen bir beyin tümdengelimle kurgulasa, en var olmadık dünyada insana ait her şeyi tüm açıklığıyla anlatabilir. Okuyucuyu içine soktuğu evren hemen hemen mükemmel olabilir.'

Tolkien'in açtığı yolda ilerleyen ve sanırım onu geçen yazarın Ursula Le Guin olduğunu Karanlığın Sol Eli'ni okuyunca anladım. Bu benim fikrim tabii.

Kitabın adı mı çok ilgi çekici geldi, Le Guin'i tanıdığım için mi duraksamadan aldım, bilemiyorum.

Önsözleri okumaktan hoşlanmam. Fakat buradaki topu topu dört sayfaydı ve 'hadi bir göz atayım' dedim. İyi ki demişim!

Le Guin tüm açıklığıyla: "Bir romancının işi yalan söylemektir" diyordu. "Dünyaya karşı gerçek! Sanat yaptığı araç kurmaca olan sanatçı, sözcüklerle söylenemeyecek olanı sözcüklerle söyler. Bütün edebiyat metafordur. Bilimkurgu metafordur. Neyin metaforu? Bunu bilseydim, Genli Ai masama oturup gerçeğin hayal gücüyle ilgili bir mesele olduğunu anlatmak için mürekkebimi ve daktilo şeridimi harcamazdı."

O zamana kadar beklediğimin bu itiraf olduğunu bilmeden okuyormuşum!

Öykü Kış gezegeninde geçiyordu. Hain'den gelen tek temsilci (elçi) olan Genli Ai, Ekumen gezegenler topluluğuna dahil etmek için Kış (Gethen) yetkililerini ikna etmeye çalışıyordu. Bilinen evrende androjen insanların yaşadığı tek yerdi Gethen. Yani kemmere girdikleri dört beş gün dışında tüm ay boyunca nötr olan insanların dünyası. Kişi kemmerdeyken uygun eş bulduğunda dişi veya erkek yöne evrilebiliyordu. Yani bir sefer baba olursa bir diğer seferinde anne olabiliyordu.

Aslında yazarın en baştan Genli Ai'ye söylettiği gibi tek bir hikaye vardı. Ama bu, algıya göre değişebiliyordu. Benim gerçeğim olan hikaye, elçi (erkek cinsiyetli) Genli Ai ile Gethen'li (androjen) Estraven'in hikayesiydi. İki ayrı dünyanın tesadüfen yolları birleşmiş iki farklı bireyinin birbirini tanıma aşamasından geçtikten sonra bir diğerini anlama isteği ve hem ortak geçirilen zaman, hem zorluklar hem de dayanışmanın kaçınılmaz biçimde getirdiği güven duygusuyla oluşan sevgi.

Güçlü bir aşkın nasıl ortaya çıkabileceği, onu yaşayanların geçmişlerinden kopuk olamayacağı, eski sevilenleri unutmak gerekmediği, hatta onlar sayesinde daha duyarlı olunabileceği öyle güzel anlatılıyordu ki!

Romanı özetlemeyeceğim. Ama iki doruk noktasından bahsetmek istiyorum.

Birincisi Genli Ai'nin öndeyicilere gidip "Gethen beş yıl içinde Ekumen'e üye olacak mı?" sorusunu sorduğu bölüm. Hain'li elçi, "belki de farkında olmadan zihin okuyorsunuz" dediğinde öndeyicilerin dokumacısı Faxe: "Bu neye yarardı ki? Soruyu soran, cevabını bilse bedel ödemezdi" der. Genli Ai sorusunu sorar ve oluşan konsantrasyonla verilen kesin yanıttan bunun bir kehanet değil, gözlem olduğunu anlar. İnzivadan ayrılmadan önce dokumacıyla tekrar konuşur ve Faxe der ki: "Bizler buraya en çok hangi soruların sorulamayacağını anlamak için geliriz." Genli Ai şaşırır: "Ama sizler cevap verenlersiniz!" Faxe'ın yanıtı çok etkileyicidir. "Bizler öndeyi sanatını yanlış soruların cevabını bilmenin ne kadar yararsız olduğunu göstermek için geliştirdik. Cevabı kesin olan, ikimizin de bildiği tek bir soru var: Ölüm. Hayatı mümkün kılan şey sürekli, dayanılmaz belirsizliktir yani bir sonra ne olacağını bilememek."

Ümit kavramı, insanların ölüm tehdidine rağmen yaşamda yol almalarını sağlayan tek gerçek daha ne kadar güzel ve estetik anlatılabilir?

İkinci doruksa 'Buz üzerinde' bölümü. Sadece kar, buz, fırtına, kızaklar ve iki ayrı dünyanın insanı var. Paylaşabilecekleri her şeyi paylaşırlar. Sonra Estraven kemmere girer. Genli Ai, kendisini bir insan olarak ve olduğu gibi kabul eden tek Gethen'linin Estraven olduğunun bilincindedir artık. Aralarındaki derin arkadaşlık hissinin cinsel çekimden doğduğunu fark eder. Aşktır bu. Fakat aşk, farklılıktan kaynaklanmıştır. Birbirlerine fiziksel olarak dokunurlarsa kazandıkları yakınlığı kaybedeceklerini, tekrar iki yabancı olacaklarını düşünürler. Sadece zihin konuşmasıyla yetinirler. "Doğru mu yaptık, bilmem" sorusuyla Genli Ai şüphesini dile getirir; gerilim bitmez.

'Işık karanlığın sol elidir

karanlık da ışığın sağ eli,

ikisi birdir, yaşam ve ölüm, yan yana

yatarlar kemmerdeki sevgililer gibi,

tutuşmuş eller gibi,

sonuçla yol gibi.'

İlk kez bir eserden bahsederken bu kadar çok alıntı yapıyorum. Ama dayanamadım. İnsana dair her şey bir romanda bu kadar mı güzel dile getirilir? Belki de yazar, bilimkurgunun gerçekdışı gerçekliğini kullandığı için böylesine etkili olabilmiş, kimbilir?

Kitap okurken (öykü ya da roman) beklediğim, kendimi içinde bulmam. Bana ait bir şeylerden bahsetmesi. Anlattığı hikayeye beni de dahil etmesi. Bunu yaparken inandırıcı olması. Sürükleyiciliğiyle o kurgulanmış dünyada kalmayı istememi sağlaması. Dilinin yarattığı müzikle kulağımı şenlendirmesi. Sözcüklerinin özgün ritmini ve gösterdiklerinin birbirleriyle uyumunu duyumsatıp zevk vermesi. Bitirince kendime dönüp baktığımda algımın gelişmiş, benliğimin biraz olsun değişmiş olduğunu fark etmem. Tüm bunları çok kolaymış gibi yapması...

Çok şey istemiyorum. Le Guin yapmıştı. Benim kendi gerçeğimi bulduğum gibi (her kişinin gerçeği, yaşadıklarının zihninde şekil değiştirerek bıraktığı izlerden oluşmaz mı?) başkaları da aynı romanda kendi gerçeklerini bulabilirler diye düşünüyorum. Yorumların çeşitlenmesi, etkinin bütün olarak değerini azaltmaz, tersine çoğaltır.

Sadece androjen bir kimlik yaratarak insanlığın tüm değerlerinin, güçlü ve zayıf yönlerinin, korkularının, yaşamın, ölümün tek tek irdelenmesi... Hayran oldum, gıpta ettim, Türkiye'de değil bu düzeyde, neden hiç kayda değer fantastik yazın örneği yok diye üzüldüm ve örnek aldım. Çok zor olmasına rağmen beynimi elimden gelenin en üst sınırına değin zorlayıp serbest bırakabilmek için uğraşmaya başladım. Bendeki etkisi böyle belirgin oldu.

Kitabı sevdiğim arkadaşlarıma hep önerdim. Bazılarına ödünç verdim. Geri getirmeyenler oldu, gidip tekrar satın aldım. Kütüphanemde bulunduğunu bilmek beni hayata karşı güçlü kılıyor. Abartıyor muyum, bilmem.

Ursula Le Guin, fantastik edebiyat ve hem yazarların hem okumayı sevenlerin bu alandaki çekinceleri konusunda bir yazı daha yazmak istiyorum. Hemen bunun ardından olmayabilir.

Hiç yorum yok: