ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

12 Ekim 2010 Salı

BAL, KUSTURİCA VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Nisan ayında İstanbul film festivalini nefes nefese, başım dönerek takip etmeye çalışmıştım. İlk kez böyle bir sinema maratonunu deniyordum ve ne yalan söyleyeyim, iyi seçmişim. İzlediğim kırk iki filmin yarısını muhteşem olarak niteleyebilirim. Bir kısmı fena değildi. Görmesem de olurmuş ya da sıkıldım dediklerim ise altı yediyi aşmadı. Ne yazık ki bunların arasına çoğunluğun hayran kaldığı Bal da girdi.

Bu heyecanlı koşturmacada otuza yakın filme birlikte gittiğim, kitap kurtluğunun daha da ötesinde gerçek bir sinema faresi olan ve belleğinde özel bir sinema arşivi bulunduran sevgili arkadaşım, üçlemenin diğer filmlerinden birinde uyumuş. Bal başlamadan önce şöyle söyledi: "Boşver, en azından Karadeniz'in güzel manzaralarını göreceğiz, bir de çocuk var, nasılsa çok sıkılmayız." Tam da öyle oldu.

Semih Kaplanoğlu'nun usta bir yönetmen olduğu, aldığı ödüllerden belli elbette. Ama evrensele yerelden varmaya çalışan bir sanatçıymış izlenimi yaratırken bana yöresel öğelerin özelliklerini gözden kaçırmış gibi geldi. Bunlar da filmdeki başlıca sıkıcı unsurlar oldu. Temponun yavaşlığından hiç söz etmiyorum. ("Oo, buna yavaş mı diyorsun?" yorumlarını duyar gibiyim.)

Uzun zamandır Bal hakkında yazmak istiyordum aslında da şimdi Antalya film festivalinden çekilmesi nedeniyle sırası geldi sanırım. Başından başlayacağım. Neden Yakup'la Yusuf? Eğer dinsel öyküyü işlemeyecektiyse karakterlerin adlarının örneğin Ahmet'le Mustafa olması hikmete (bala) ulaşmanın yolunu farklı seçmelerinde bir sakınca mı yaratırdı? İsimler beklenti oluşturup kafa karıştırıyordu. Sonra orası Karadeniz ve Karadeniz kadını son derece etkin, aktif roldedir. O kadar edilgin bir anne, Karadeniz doğasında var olamaz. Ya da mekan Karadeniz olmamalıymış. Mekan, manzara haricinde bu hikayeye ne katıyordu ki Karadeniz seçilmiş? Ayrıca horon neden gösterildi, anlayamadım. Belki de folklorik öğe olarak izleyicilerin hoşuna gideceği düşünülmüştür. Oysa Karadeniz'de çok önemli birleştirici bir faktördür horon. Başladığında dışında kalınmaz. Kadın, erkek, çocuk, herkes dahil olur, saatlerce hatta gün boyu sürer. Dayanıklılığı vurgular, baharın gelişini kutlar. Ana karakterlerin oralı olmalarına rağmen turist gözleriyle seyredip katılmadığı, öncesinde ve sonrasında hikayede bir değişiklik yaratmayan, öylesine gösterilip geçilen horon işlevsiz bırakılmış, harcanmıştı; yazık! Son olarak hiçbir Karadeniz çocuğu, ayıların çıkabileceğini bildiği o tehlikeli ormanda, kışın ayazında başını ağaca yaslayıp hülyalara dalmaz. Daha da vardı ama aradan epeyce zaman geçtiği için bu kadarını anımsayabildim.

Tüm ödülleri toplamış bir yönetmenin en önemli filmi hakkında böyle düşündüğüm için üzgünüm. Maalesef beğenmedim. Yereli iyi ve gerçeğe uygun verebilseydi, kafa karışıklığı yaratan hikayesi belki etkileyici olabilirdi. Söylemek istedikleri yerli yerine oturabilirdi. Oraya buraya serpiştirilmiş, dinsel göndermelerle bulanıklaştırılmış simgelerle dolu, ağır aksak akan bir görsellikti izlediğim. Kamera iyiydi, hakkını vermek lazım.

Kusturica'ya gelince: Dünyanın en iyi yönetmenlerinden biri bence. O da yerelden yola çıkıyor, filmlerini renkli öğelerle süslüyor ama hikayelerinde yöresel olan hiçbir şey sırıtmıyor. Böylece anlattığını inanılır ve zevkle seyredilir kılıyor. Jüriye davet edildi diye yerden yere vuruldu. Televizyondaki sıkıntılı duruşu ve kendisini savunmak zorunda bırakılışı ne acıydı! Bosna savaşındaki tecavüzleri önemsemediği ya da gerçekleşenlerden az olduğunu savunduğu iddia ediliyor. Pazar günkü Cumhuriyet'te Zeynep Oral çok güzel yazmış. Kusturica'nın düşünceleri şimdi mi belli oldu? Haziran'da Bursa festivalindeyken bunlar bilinmiyor muydu? Bosna'daki tecavüzlere olan gecikmiş duyarlılıkları göz yaşartan yurdum insanları, Türkiye'deki tecavüzleri neden görmezden geliyor? Üstelik bizde yaygın olan, çocuk tecavüzleri. Savaş falan yokken.

Zeynep Oral yazmasaydı belki de fark etmeyecektim. Gerçekten yönetmeni Bal'ı neden festivalin başlamasına bir iki gün kala yarışmadan çekti de jüri belli olduktan hemen sonra veya geçen ay böyle bir şey düşünmedi? Okur okumaz aklıma filmdeki horon sahnesi geldi nedense.

Sonuçta Kusturica gitti, biz bize kaldık. Başkalarını bilemem ama değerli bir konuğu kovalamanın utancı benim içimi burktu.

1 yorum:

jade dedi ki...

sinemanın çeşitli anlatım yöntemlerinden, bir olayın tüm sürecini olduğu gibi aktarma şekliyle, ilk kez ulysses'in bakışı'nda tanıştım. izlerken çok zorlandığımı itiraf etmeliyim. bal filmini izlerken hissettiğim hoşnutsuzluğu da yöntemin benzerliğine bağlamıştım. senin yazında, ayrıntıların kullanımı ile yaptığın irdeleme, bana yöntemden başka bir şeye de takılmış olduğumu gösterdi. hayat ayrıntılarla oluştuğu halde, ayrıntılar tek başına bir bütün oluşturamıyor. zor olan, ayrıntıların birlikte hareket etmesini sağlamak...