ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

14 Kasım 2013 Perşembe

İSTİKLAL CADDESİ

Türkiye’nin en ünlü caddesi hangisidir diye sorulsa yüz kişiden doksan beşinin söyleyeceği isim İstiklal Caddesi olur sanırım. Pera’nın yani ‘karşı yaka’nın uzun, ince çizgisi. Ülkemizin tartışmasız en kozmopolit yeri. Günde üç milyona varan insanı barındıran ya da daha doğru bir deyimle içinden geçiren mekan.

            Bizans döneminde bahçelerin, seyrek bağ evlerinin çevrelediği bir patikadan öteye gitmiyordu. Osmanlı zamanında ise gayrimüslimlere tanınan imtiyazlarla Galata’dan taşan zengin tüccarların işyeri olarak gelişmeye başladı. İnşa edilen elçiliklerle, kiliselerle birlikte önemi günden güne arttı; İstanbul’un Avrupalı yüzü haline geldi. On dokuzuncu yüzyılda ihtişamı doruk noktasına çıktı.

            Gerçek ününü Tanzimat’a bağlayanlar çok. Burası, kafasındaki fesle Batılı olmaya öykünen Osmanlı erkeklerinin Frenk usulü yaşamı tatmaya çalıştıkları Cadde-i Kebir. Fransızlardan sonra Rusların yoğunlukla göç edip alışkanlıklarını taşıdıkları, dükkan açtıkları asıl merkez. Müslüman kadınların Üsküdar’dan başka, uçuşan uzun etekleri ve peçeleriyle piyasa yaptıkları yegane yer.

            Cumhuriyetin ilk elli yılına cadde açısından bocalama devri demek doğru olabilir. O topyekun yerleşik Latin kimliğini yitirip Türkleşiyor ancak eski güzel yapıları, zevkli pastaneleri, renkliliğine büyük katkıda bulunan insan dokusundan özellikle Rum ve Yahudi esnafı korunamıyor; hoyratça oraya buraya savruluyor. Bir kırkayağın incecik bacakları benzeri sağlı sollu uzanan dar sokakları, toplumdışı işler yapan kişilerin barınağı haline geliveriyor. Sıradan insanlar İstiklal’de yürümeye korkuyor. Fakat bu ürkütücü durumu çabuk atlatıyor. Trafikten arınıp binaları restore edilince yavaş yavaş toparlanıyor. Tekrar güven kazandırıp kalabalıkları kendisine çekmeyi başarıyor.

            Galiba ‘yol’ olduğu için geçmişinden bu kadar uzun bahsettirdi; asıl bugün yarattığı izlenime değinmek gerek. Onun için alışveriş, finans, yeme içme, eğlence ve kültür merkezi denmeli. Kısacası kent yaşantısının merkezi. En ucuzundan en pahalısına giyim mağazaları, ayakkabıcılar, bankalar, büfeler, kafeler, tatlıcılar, lokantalar, barlar, kulüpler, meyhaneler, sinemalar, tiyatrolar, sergi salonları, kitapçılarla dolu. Taşlarının üzerinde yürümemiş İstanbullu, nostaljik tramvayının fotoğrafını çekmemiş turist yok gibi. Bazıları çok amatör bazılarıysa değme konser salonunda resitale çıkanlardan daha profesyonel sokak çalgıcıları on adım arayla her türlü müziği seslendiriyorlar. Biraz karışıklık oluyorsa bile pek önem taşımıyor çünkü İstiklal’in özelliği bu. Tüm protestocular burada, çoğunluğu Galatasaray Lisesi’nin önünde. Her gün ama en çok Cumartesi ve Pazar günleri Tünel’den çıkılıp Taksim’e doğru ilerlenmeye başlandığında hıncahınç bir kalabalığın arasına karışılıyor. Fırsat bulunup başlar yukarıya doğru kaldırıldığında ise o güzelim cumbaları beyaza boyalı, eski fakat bakımlı, bitişik nizam, fazla yüksek olmayan, alttan ikinci katları arada sırada çiçeklerle bezeli, çeşit çeşit balkonlu apartmanları görülebiliyor. Caddenin ortasından, tramvay hattından yürümek en iyisi, en kolayı. Nasılsa kırmızı tramvayımız çok yavaş, sıklıkla çın çın öterek nerede olduğunu belli ediyor, altında ezilmek imkansıza yakın. Ancak bazen rayların yol olabileceğini, kendilerinin de her yerden geçebileceklerini çevreye duyurma ihtiyacındaki polis arabalarına rastlanabiliyor. İşte onlara dikkat etmek gerek. Bir de gün ortasında dolaşan çöp kamyonlarına. Yayaların arasına dalan kaplumbağa hızlı, gürültülü belediye süpürgesi sadece can sıkıyor. Trafiğe kapalı caddede ‘kurallar delinmek için konulur’ Türk anlayışı uyarınca hafif bir araç yoğunluğu mevcut elbette.

            Gezi Parkı direnişi sırasında İstiklal Caddesi’ne çok iş düştü. Öncelikle direnişçileri çağırdı; ara sokaklarına kaçmalarını, kepenklerinin ardına sığınmalarını, seyyar tezgahlarından gaz maskesi bulup kısmen korunabilmelerini sağladı. Sonra istemeden de olsa polisleri kabul etti. Postalların ve özellikle tomaların, akreplerin altında ezildi. Bu arada gaz kapsüllerini yuvarlayıp kenarlara itti, birikintiler oluşturan kırmızı suları çabucak buharlaştırıp üzerinden atmaya çalıştı. Nefes alıp vermeye benzeyen toparlanıp dağılma hareketinin merkezinde yer aldı. Haksızlıklara başkaldırı açısından on yıllardır çoğalttığı deneyimi ve hoşgörüsüyle Gezi’nin o güçlü meydan okumasını (bence) kucakladı.

            Şimdi geçmişinde olduğu ve hep olması gerektiği gibi sivillerle güvenlik güçleri karşılaştıklarında üniformalılar adımlarını yavaşlatıyor, öncelikli geçişi her milletten yayalar alıyor. Devingen, sağlıklı yaşam, asık suratlı kimliksizleştirme girişimini yendi; İstiklal caddesinin özü yani ticaretle eğlence ise tüm hızıyla devam ediyor.                

Hiç yorum yok: