ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

19 Kasım 2013 Salı

MISIR ÇARŞISI

İstanbul’un iki kokusu var: Yosunla karışık iyot bir de baharat. İşte o genzi yakan, karmaşıklığı nedeniyle tam adlandırılamayan, geçmişten gizemli öyküler çağrıştıran, şu koca şehrin batıya doğru uzanırken doğuyla kopmayan göbek bağını duyumsatan baharat kokusunun ana merkezi Mısır Çarşısı. İkinci en eski kapalı çarşı. Hatta belki de ilk. Çünkü Bizans döneminde de aynı yerde çarşı olduğu rivayet edilmekte.

            Bugünkü yüksek tavanlı, L şeklinde, altı kapılı esas yapısı, hemen yanındaki Yeni Cami ile ilişkili. Onun külliyesinin bir kısmıymış. On yedinci yüzyılda Kahire’den alınan vergilerle inşa edilmiş, adı da buradan geliyor. Tahrip edici yangınlar atlatmış, şimdiki şeklini 1940’daki restorasyonla kazanmış. İlk zamanlarında her çeşit yapma ilacın küçük hokkalarla satıldığı merkez. Buradaki eczacılar tüm diğer yerlerdekilerden daha bilgiliymiş. Müşterilerinin yüzlerinde ümidin aydınlattığı gülümseme…

            Bugün esas olarak turistik bir mekan. Ama bu, yaşamın içinde olmadığı, insanlarının sadece yabancı ülkelerin gezginlerine bir şeyler sattığı anlamına gelmiyor. Aktarlarında yok yok. Şifalı ot namına kim ne arıyorsa buraya akın ediyor. Sabunları onlarca çeşit. Kurutulmuş sebzelerin dükkan tepelerinden desenli perdeler gibi sarktığı, küçüklü büyüklü nargilelerin raflara sıra sıra dizildiği, kuruyemişlerin, lokumların, şekerlemelerin tezgahlarda renk cümbüşüyle sergilendiği, çoğu bembeyaz güzelim el işi iğne oyalarının, dantellerin çeyizlere konmak için beklediği, altınların vitrinlerde ışıldadığı kalabalık bir çarşı burası. Gürültülü ama özelliği öyle; rahatsız etmiyor. Tersine içeriye adım atar atmaz kulaklar yüksek, alçak, kalın, ince her türlü sesi, binbir çeşit lisanı duymak istiyor. Hafta sonları itiş kakış; pazarlıksız alışveriş olanaksız. Ön planda koku olmak üzere tüm duyuları harekete geçiren, sonsuz bir ‘şimdiki zaman’ algısıyla etkileyiciliğini doruğa taşıyan orijinal bir Ortadoğu pazarı.
   
Beyazıt meydanından, Çemberlitaş’tan, Gülhane’den Eminönü’ne doğru yokuş aşağı tutturup inen yayaların bazıları burasını tüp geçit olarak kullanıyor. Fena fikir değil; günlük hayatın karmaşasında nefes nefese koşuştururken kısmen yavaşlayıp kubbeli, yankılı, rengarenk, keskin ve hoş kokulu, loş, uzun bir tünelde insan selinin akışına kapılıp sürüklenmek zihni dinlendirebilir. Ya da bu yolla kısa süreliğine de olsa boyut değiştirerek deniz kıyısına taze fikirlerle ulaşılabilir.

            Yerleşik çalışanları tıpkı Kapalı Çarşı esnafı gibi yani çoğunluğu dededen toruna tüccar. Tarihi yarımada kimliğine sahipler; giyim, kuşam ve yaşantıda tutucu, ticarette serbestlikten yana. Günden geceye ayaktalar. Hiç yorulmuyorlar, dükkanlarından asla uzaklaşmıyorlar, kalabalık da olsa müşterileriyle tek tek ilgileniyorlar. Hepsi işini seviyor, belli. Neredeyse eski lonca geleneğinin son temsilcileri gibiler. Belki de hala sabahları kepenkler açılıp henüz siftah yapılmadan önce ikinci kattaki parmaklıklı balkondan (ezan köşkünden) ‘hayırlı işler’ dileniyordur.

            Mısır Çarşısı aslına uygun kullanımı değiştirilmemiş bir mekan; şanslı. Bunun nedeni iyi kazandırması, turistleri cezbetmesi, Osmanlı mirası olması falan diye düşünülebilir fakat bence çok daha derinlerde yatan başka bir sebep var. En eski duyuya, beynin en ilkel ilk katmanına hitap ediyor: Kokuya. Herhangi bir girişine varmadan önce kendine has, harman şeklindeki yoğun baharat kokusu kişinin burun deliklerine ulaşıyor, onu kendisine çekiyor. Bilinçaltının bilinmezlerine yerleşen bu duyusal imge ile ileri derecede bir tanışıklığı sağlıyor. Tanış olmak, tehlikesiz olmak anlamında. Daha ilerisi: Güvenilir, zarar vermez, rahatlık yaratır, huzur getirir… Endorfin salgılatıyor, kendisini bu yolla sevdiriyor. Canlı organizma gibi; hormonları harekete geçiriyor. Kokusuyla başı sonu belirsiz, kaotik metropolde mutluluk ümidi yaratıyor. İçinden bir kez geçen ister sıradan kentli olsun ister üst düzey yönetici, onun varlığını sürdürmesi için elinden geleni yapmaya programlanıyor.

              Burası İstanbul’un karabiberi, tarçını, ıhlamuru; esas çekim alanlarından biri.

Hiç yorum yok: