ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

24 Kasım 2010 Çarşamba

DOKUNAN

Kadınlar ayrıntılara düşkündür. Acaba kediye ayrıntı demek ne kadar mümkün? Dikkatini çeken, duvarın üzerinde kıvrılmış dosdoğru ona bakan sarı tekir, kalın kuyruklu, sık tüylü, yeşil gözlü, tam kedi tanımına uyan kediydi. 'Mutlaka bir adı olması lazım. Pisipisi diye çağrılamayacak kadar kişilik sahibi bu.' Tanıyan var mı diye merakla başını kaldırdığı anda göz göze geldiler. Boş bulunmuştu. Retinasına yansıyan yakışıklı görüntünün içine kayıp göğsünün ortasını kaplamasına seyirci kaldı. Yanaklarının kızardığını duyumsadı. "Adı Buğday" dedi adam. "Siz sormadan ben söyleyeyim. Tüm apartman sahiplendik, birlikte bakıyoruz. Erkek. Hanımları yoldan çevirmesiyle ünlendi." Kızarıklığın boynuna yayıldığını hissederken: 'Rastlantı diye bir şey yoktur' diye düşündü.

Kayık yaka, yeşilli beyazlı çizgili kazağı, bordo yağmurluğuyla şık olduğunu biliyordu. Sabah için yeterli hafif bir makyaj, halka küpeler, askılı çanta, topuklu ayakkabılar... Kadınlar ayrıntılara düşkündür; hem kendilerinde hem çevrelerinde. Olumlu hissetmek için düzgün giyinirler. Dış dünyadaki ufak tefek güzellikleriyse hemen fark ederler. Ama acaba böyle bir kediye ayrıntı demek ne kadar mümkün? O ilk kez saptığı sokakta dikkatini çeken, duvarın üzerinde kıvrılmış dosdoğru ona bakan sarı tekir, kalın kuyruklu, sık tüylü, yeşil gözlü, neredeyse kaplan yavrusu kadar iri, biraz ürkek, biraz sokulgan, tam kedi tanımına uyan kediydi. Neredeyse konuşacaktı. Gülümseyip yavaşlarken elini uzatmakla uzatmamak arasında kararsız kaldı. 'Mutlaka bir adı olması lazım. Pisipisi diye çağrılamayacak kadar kişilik sahibi bu.' Hayvan yumuşacık miyavladı. Yanına yaklaşmasını bekliyor gibiydi. Tanıyan var mı diye merakla başını kaldırdığı anda göz göze geldiler. Kıvırcık, gür saçları, ekose yün gömleği, kot pantolonuyla uzun boylu, genç bir adam. Boş bulunmuştu. Retinasına yansıyan yakışıklı görüntünün içine kayıp göğsünün ortasını kaplamasına seyirci kaldı. Kalbinin atışları hızlanıp kulaklarını doldurdu, nefesi istemsiz olarak sıklaştı, yanaklarının kızardığını duyumsadı. "Adı Buğday" dedi adam. "Siz sormadan ben söyleyeyim. Tüm apartman sahiplendik, birlikte bakıyoruz. Erkek. Hanımları yoldan çevirmesiyle ünlendi." Bakışlarını tekrar kediye kaydırmak, geçip gitmek istediyse de yapamadı. Kızarıklığın boynuna yayıldığını hissederken: 'Rastlantı diye bir şey yoktur' diye düşündü.

Uykuda olduğunu bilerek uyuyordu. Sağından soluna döndüğünü, günün ışımaya başladığını, alacakaranlıkta birkaç arabanın boş yollardan hızla kayıp geçtiğini algıladı. İçini çekerek yukarıdan ve hemen ardından takip ettiği kırk yaşlarındaki kadına yoğunlaştı. Kadın kayık yaka, yeşilli beyazlı çizgili kazağı, bordo yağmurluğuyla şık olduğunu biliyordu. Canlı ve alımlıydı. Sabah için yeterli hafif bir makyaj, halka küpeler, askılı çanta, topuklu ayakkabılar... Biraz fazla özgüven gösterisinde. Parmakları cama çarptı; fanusun korunaklı bombeliği gölge varlığa dokunmasını engelledi. Kıskandı mı? Aslında kadınlar ayrıntılara düşkündür; hem kendilerinde hem çevrelerinde. Olumlu hissetmek için düzgün giyinirler. Dış dünyadaki ufak tefek güzellikleriyse hemen fark ederler. Rüyada yorum yapmak ne tuhaf! Semt bilmediği, hoş bir yer. Temiz parke taşlı, genişçe bir çıkmaz. Bahçeli, dört beş katlı, bakımlı binalar var. Ağaçlar, çiçekler, uçuşan renk renk kelebekler, arılar, cıvıldaşan kuşlar, gökyüzünde seyrek beyaz bulutlar, ışıltılı toz zerrecikleri, ipinden kurtulup kaçmış eflatun balon, pencerelerden taşan kızarmış ekmek kokuları, bebek ağlamaları, ayrıntılar, ayrıntılar... Ama acaba böyle bir kediye ayrıntı demek ne kadar mümkün? Zülal ismiyle tanındığından emin olduğu kadının o ilk kez, bir sonraki yerine dalgınlıkla saptığı sokakta dikkatini çeken, duvarın üzerinde kıvrılmış dosdoğru ona bakan sarı tekir, kalın kuyruklu, sık tüylü, yeşil gözlü, neredeyse kaplan yavrusu kadar iri, biraz ürkek, biraz sokulgan, tam kedi tanımına uyan kediydi. Besbelli karnı tok, yeni yalanmış, keyfi yerinde. Bıyıklarını oynatırken neredeyse konuşacaktı. Zülal gülümseyip yavaşlarken elini uzatmakla uzatmamak arasında kararsız kaldı. Birlikte düşündüler: 'Mutlaka bir adı olması lazım. Pisipisi diye çağrılamayacak kadar kişilik sahibi bu.' Hayvan güneşten ılınmış taşa yayılırken yumuşacık miyavladı. Ona aldırmamıştı; düşsel gerçeklikteki kadının yanına yaklaşmasını bekliyor gibiydi. Zülal tanıyan var mı diye merakla başını kaldırdığı anda göz göze geldiler. Kıvırcık, gür, koyu kahverengi saçları, muzip ifadeli çekik gözleri, yeni tıraş olmuş oval yüzündeki çıkık elmacık kemikleri, kollarını sıvadığı lacivert ekose yün gömleği, dar kot pantolonuyla uzun boylu, genç bir adam. Ondan genç! Boş bulunmuştu. Retinasına yansıyan yakışıklı görüntünün içine kayıp göğsünün ortasını kaplamasına seyirci kaldı. Birden çıkan rüzgar cam fanusu çatlatıp tıraş losyonunun kokusunu burnuna taşıdı. Kalbinin atışları hızlanıp kulaklarını doldurdu, nefesi istemsiz olarak sıklaştı, yanaklarının kızardığını duyumsadı. Tehlike! İkisi birden gerilmişti. Biri yatakta huzursuzca kıpırdandı, diğeriyse ayaklarının bedenini taşımayacağından endişe etti. "Adı Buğday" dedi adam. Sesi ne kalın ne ince; etkileyiciydi. "Siz sormadan ben söyleyeyim. Tüm apartman sahiplendik, birlikte bakıyoruz. Erkek. Hanımları yoldan çevirmesiyle ünlendi." Zülal, fanusa sızan havayla makyajının silindiğini, renginin solduğunu, saçlarının dağıldığını, boynundaki ince kırışıklıkların belirginleştiğini korkarak algıladı. Bakışlarını tekrar kediye kaydırmak, geçip gitmek istediyse de yapamadı. Zaten çıkmaz sokaktaydı sadece geriye dönebilirdi. O sırada da bacakları dolaşıp düşerdi; emindi bundan. Kızarıklığın boynuna yayıldığını hissederken: 'Rastlantı diye bir şey yoktur' diye düşündü; fanus gürültüyle parçalandı.

Aniden uyandı. Ter içinde kalmıştı. Saatin çalmasına daha yirmi beş dakika olmasına rağmen kalkıp banyoya gitti. Ilık duş iyi geldi. Saçlarını şöyle bir taradı, kahverengi etek ceket takımını giydi. Topuksuz ayakkabılar, aşınmış bej çanta, aynı renk pardösü... Çıkarken aynada yansıyan makyajsız yüzünü gördü: 'Şu Zehra Zülal'den daha yaşlı!' Ürpererek başını çevirdi. Merdivenlerde titriyordu. 'Kalabalıkta görünmez olabilir miyim?' Başını yerden kaldırmadan, hızlı adımlarla ilerlerken kaldırımın kenarına uzanmış kediyi fark etti. 'Buğday!' Durmak zorundaydı, bu nasıl deja vuydu böyle? Yoksa uyanmamış mıydı? Önce şişman bir kadının salladığı poşet dizine çarptı sonra da iri yarı bir adamın kolu omzuna. Sendeledi. Uyanıktı, belli. Etrafa bakındı, tanıdık kimse yok; kısmen rahatladı. Dolmuş durağına vardığında... "Günaydın" dedi adam. "Ben Olcay. Buğdayla tanıştınız zaten. Çocukluğumdan beri kedi beslerim, bu kadar çapkınına rastlamadım. Erkek olduğunu tahmin etmişsinizdir. Hep böyle yapar, güzel hanımları yoldan çevirir."

Aniden uyandı. Sanki cam içinde parçalanmış, kırıkları temizleyememiş, ellerini kesmiş, ter içinde kalmıştı. Saatin çalmasına daha yirmi beş dakika olmasına rağmen kalkıp banyoya gitti. Soyunurken tenine dokunmamaya çalıştı. Ilık duş iyi geldi, biraz toparlandı. Rüya sakin başlamıştı, neden kabusa dönüşmüştü ki? Odaya döndüğünde diplerden beyazları çıkmaya başlamış boyalı saçlarını şöyle bir taradı, hiç sevmediği kahverengi etek ceket takımını giydi. Topuksuz ayakkabılar, aşınmış bej çanta, aynı renk pardösü... Nasıl hissediyorsa öyle var olmaya karar verdi. Çıkarken aynada yansıyan makyajsız, göz kenarları incecik kırışmış, solgun yüzünü gördü: 'Şu Zehra Zülal'den daha yaşlı!' Böyle şeyler pek düşünmezdi aslında, hala rüyanın etkisindeydi. Ürpererek başını çevirdi. Merdivenlerde titriyordu. 'Kalabalıkta görünmez olabilir miyim?' Başaramayacağını biliyordu. Başını yerden kaldırmadan, hızlı adımlarla ilerlerken kaldırımın kenarına uzanıp yatmış kediyi fark etti. Sarı tekir, kalın kuyruklu, sık tüylü, yeşil gözlü, neredeyse kaplan yavrusu kadar iri, biraz ürkek, biraz sokulgan, tam kedi tanımına uyan o kedi: 'Buğday!' Durmak zorundaydı, bu nasıl deja vuydu böyle? Yoksa uyanmamış mıydı? Ama caddeden geçen arabaların egzoz gazlarını soluyor, kornaların çirkin çığlıklarını duyuyor, çiselemeye başlayan yağmurun damlalarıyla kirpikleri ıslanıyordu. Önce şişman bir kadının salladığı poşet dizine çarptı sonra da iri yarı bir adamın kolu omzuna. Sendeleyip düşeyazdı. Uyanıktı, belli. Gergin, korkak etrafa bakındı, tanıdık kimse yok; kısmen rahatladı. Ağırlaşmış vücudunu zorla sürükleyerek dolmuş durağına vardığında... "Günaydın" dedi adam. Kıvırcık, gür, koyu kahverengi saçları, muzip ifadeli çekik gözleri, yeni tıraş olmuş oval yüzündeki çıkık elmacık kemikleri, siyah yeleğinin içinde kollarını sıvadığı lacivert ekose yün gömleği, dar kot pantolonu, uzun boyuyla düşündeki kadar yakışıklı. "Ben Olcay. Buğdayla tanıştınız zaten. Çocukluğumdan beri kedi beslerim, bu kadar çapkınına rastlamadım. Erkek olduğunu tahmin etmişsinizdir. Hep böyle yapar, güzel hanımları yoldan çevirir."

Zehra yanaklarındaki kızarıklığın boynuna yayıldığını duyumsarken Olcay'ın göz bebeklerindeki aksinin aynadakinden farklı olduğunu algıladı.

"Herkes kendi gözleriyle görür, dilinin döndüğü kadar konuşur, yüreğinin büyüklüğünce dokunur" diye miyavladı Buğday.

Hiç yorum yok: