ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

9 Kasım 2010 Salı

AĞRI, GÖZLERİM VE DÜŞÜNCELER

Sabah uyandığımda sağ gözüm acıyor ve yaşarıyordu. Burnumdan akanın gözyaşı olduğunu kim bilecek? Sümük gibi görünüyor. Göz doktoruna gittim, "yabancı cisim kaçmış, çıkmış ama erozyon var" dedi, korneamı kazıdı. Kornea: O güzel rengin üzerinde her zaman insanları etkileyen ıslak görünüşlü doku. Ortasındaki kara bebeği ile vücudun dışa açılan büyülü penceresi. İyileşeceğimi umarak iki saat geçti. Uyuşturucu damlanın etkisi sürüyor, ağrı yok sayılır, çalışabiliyorum ama gözümde korsanlarınkine benzeyen bir bant var. Tek gözle etrafa bakmak ne zormuş! Derinlik duyusu kayboldu. İnsanlar bile iki boyutlu sanki. Üstelik diğeri de oynuyor, kardeşi ne yaparsa o da yapmak istiyor, açılmak, bakmak, algılamak için çırpınıyor. Bantın kenarından süzülen yaşları siliyorum. Hafif bir batma var. Çok rahatsız edici değil ama kendimi eksilmiş gibi hissediyorum. İşler bitmek bilmedi. Sonunda eve dönebildim.

Müdahale edileli iki buçuk saati geçti. Bir ışık çarpması oldu sanki. Keskin kenarı tırtıklı ekmek bıçağı gözümün önünde canlandı ve doğrudan içine girip bir tur döndü. Acıdan haykırdım. Ne oluyor? Fena değildim, etrafa bakınabiliyordum; şimdi yapamıyorum. Diğer gözüm yarı yarıya kapandı. Sanki hasta olana yardımcı olmak istiyor. İkisi birden yaşarmaya başladı. Hastadan akan berrak sıvıyı silmek için mendil yetiştiremiyorum. Sağlamı kendi haline bıraktım. Geniş yüzlü, çeliği parlak, büyük bir et bıçağı zavallı sağ gözümü doğrarken iki büklüm oldum, inledim ve bu acıyla cezalandırılmak için ne tür bir kötülük yaptığımı bulmaya çalıştım. Korsan bantının etrafındaki yapışkan bölge öyle bir ıslandı ki açıldı. Altından göz kapağım aralanmak isteği ile kıpırdandı. Of, bu ne büyük eziyet! Göz kırpmanın bu kadar ağrı vereceğini daha önce aklımdan bile geçirmemiştim. Çocukken annemin bayat ekmekleri soğanlı et suyunda pişirerek yaptığı papara yemeği kadar ıslak bantın kenarlarını yanağıma bastırdım. Biraz tutundu, kapak da kapanmak zorunda kaldı. Ama o ne, kapağına dokunmakla bile göz kürem acıyla sarsıldı. Kirpiklerim ters dönüp birer ok gibi içeriye saplanıverdiler sanki. Öne arkaya sallandım birkaç kez. Akıllı sol gözüm çabuk davranıp hastaya uyum sağladı ve kendisini kapatıverdi. Oh, böyle daha iyi. Hareket olmayınca ağrı da azalıyor. Kendimi bitkin hissediyorum. Koltuktan kalkıp el yordamı ile bulduğum kanepeye uzandım. Yastık nerede? Hafifçe doğrulup aradım; bulamıyorum. Sağlıklı gözümü şöyle bir an açıp yastığı görmemle ağrıdan kıvranmam bir oldu. İkisi birden hareket ediyor, engelleyemiyorum. Onlar benim organlarım ama tek tek hakim olamıyorum. Bedenin büyük dengesi bilinci yeniyor, gücün kimde olduğunu gösteriyor. Bunu biliyordum zaten, hiç reddetmemiştim ki. Kanıtlanması gerekmiyordu; hele bunca acıyla hiç. Ben doğaya saygı duyuyorum, lütfen şu işkence bitsin!

Nasıl yemek yediğimi, yatağıma saat kaçta yattığımı anımsamıyorum. Sırtüstü, nefes almaktan bile korkarak öylece duruyorum. Kollarım, bacaklarım, gövdem küçüldü sanki; sağ gözümse dev gibi. Etrafındaki tüm kaslar kasıldı, içi şişti gibi geliyor. Bantı çoktan attım. Doktorun verdiği merhemi şimdiye kadar yaptığımı anımsadığım en zor iş olarak içine sürdüm, iki kağıt mendili katlayıp bağıra çığıra üzerine bastırdım ve sıkı sıkı yapıştırdım. 'Açılmaya çalışma!' diye tersledim. Bu arada kapağına dokunduğumda onun ne kadar acı çektiğini fark edip kahroldum. Hasta zavallı, bana anlatmaya çalışıyor. 'Anlıyorum, ne olur, sen de beni anla, hareket etme, dinlen, beynimi oyma! Biraz rahatlamak istiyorum. Birkaç dakikayı olsun ağrısız geçirmek istiyorum. Çok yoruldum. Birlikte daha çok şeyler göreceğiz. Bana yardım et, düşman gibi davranma!'

Hiç cevap vermedi. Duymadı mı, dinlemedi mi, elinden bir şey mi gelmedi, bilmiyorum. Kazık gibi, kıpırdamadan yatarken tırnaklarımı çarşafa gömdüm ve 'nasılsa geçecek' diye düşündüm. Hedef tahtası gibiyim. Karşımda usta bir nişancı var, çeşit çeşit bıçakları sağ gözüme ardı ardına fırlatıyor. Çeliğin ışıltısı şimşek gibi çakıyor ve bir saniye bile geçmeden delici, yakıcı uç saplanıveriyor. Yaşlar sel gibi boşanıyor, silmiyorum artık. Sırtüstü yattığım için burnum akmıyor. Tuzlu tuzlu ağzıma gelen suları yutuyorum. Arada inliyorum. Hiçbir şey düşünemiyorum. İnsanlıktan çıktım, ilkel bir yaratık oldum. Öyle ya, önce doğal ihtiyaçlar karşılanmalı. Şu anda bana gerekli olan tek şey, ağrısız bir an. Sadece toparlanmak için, kıvranan saçma sapan amorf bir kitleden tekrar insana dönüşebilmek için acısız geçecek birkaç saniye. Tuz susattı ama mufağa gidip su içecek cesaretim yok. Ah, biraz uyuyabilseydim, unutabilseydim! Olmuyor. Öyle çaresizim ki!

Gece çok yavaş geçti. Sabah oldu, neredeyse öğlen olacak; kalktım. İki büklüm banyoya gittim. Lavaboya sıkı sıkı tutunup düşmemeye çalışarak aynanın karşısında durdum ve gözlerimin ikisini de açtım. Sağ gözüm kan çanağı gibi ve bulanık görüyor. Ortası değil de kenarları ile görüntüyü kaydetmeye çalışıyor sanki. Zorlukla yüzümü yıkadım yine bağıra çığıra. Merhemi sürdüm, kağıt mendilleri yerleştirip bantları yapıştırdım. Her hareketim ne çok çaba ve güç gerektiriyor, ne uzun zaman alıyor! Gözlerimin ikisi de kapalı, körler gibi dokunarak ilerleyip kapıdan çıktım, salona gidip oturdum. Doktorun gözümü kazırken uyguladığı uyuşturucu damla masanın üstünde duruyor, biliyorum. "Mümkün olduğu kadar kullanma, iyileşmeyi geciktirir. Normalde yirmi dört saatte kornea kendisini yeniler, bir şeyin kalmaz" demişti. Ama bu kadar ağrı olacağını, ağızdan alınan hapların etkilemeyeceğini söylememişti. On sekiz saati geçti, hiç değişiklik yok. Eksik bir şeyler var artık, fark ettim. Onu dinlemeyeceğim.

Damlaya ulaştım, kapağını açtım, haykırarak sağ gözüme damlattım. On saniye sonra rahatladım. Evet, hala batıyor ama bıçaklar saplanmıyor, ondan başka şeyler de düşünmeme fırsat veriyor, eskisi gibi şelale benzeri sular boşaltmıyor. Ne aptalmışım! Doktorların her söylediği dinlenir mi hiç? Annem çocukluğumda beni muayeneye götürdükten ve gerekli reçeteyi aldıktan sonra kendince bir yorum yapar, tedaviyi öyle uygulardı. Hiç de başarısız olmadı. Bunu bildiğim halde neden körü körüne güvendim? Kendime kızıyorum. Daha iyileşmedim ama en azından artık korteksim devreye girdi, acı çeken yaralı bir hayvan gibi kıvranmıyorum. Başka doktora gideceğim. Sağ gözüm yine iyi görecek, etrafa bakıp bana güzel şeyler gösterecek. İki kardeş bir olup üç boyutlu, renkli güzellikleri fark etmemi sağlayacaklar. Ağrım olmadan gözlerimi her istediğim yöne çevireceğim, kırpacağım, ardına kadar açacağım, kısacağım, kapatacağım; nasıl istersem öyle yapacağım. İçim sevinçle dolu! Mutluyum.

Gözlere yaklaşmaktan hep korktum; hayatım boyunca. İçlerine merakla baktım, evet, itiraf ediyorum ama yanlarına gitmekten, dokunmaktan hatta öpmekten bile korktum. Öyle özel göründüler ki bana, öyle gerçekdışı gibiydiler ki ruhu yansıtıyorlar diye düşünüp biraz uzak durmak gereğini hissettim. Saygı gösterdim, hayran oldum, karşımdakini anlamamda yardımcı olacaklarını umdum ve kendiminkilerin de beni ne kadar anlattığını her zaman merak ettim. Saklamak istediklerimi açığa vuracaklarından çekindim. Okşayanlar, öpücük konduranlar, tutkusunu doğrudan göz bebeklerime yansıtanlar oldu; o insanların cesaretine hep imrendim. Bunca büyülü, vücudun dışarıya açılan, anlamlı topu topu bir çift penceresine nasıl doğrudan yaklaşabiliyorlar diye merak ettim, durdum. Ama sevdim onları, her zaman, kendiminkileri çok ve diğerlerini de çoğu zaman.

Sevgili gözlerim, bana çok şey gösterdiniz. Birlikte, eşgüdümle davranarak boyutları öğrettiniz. Varlığınızı hissettirmeden beynimin gelişimine katkıda bulundunuz. Diğer duyu organlarımı biraz körelttiniz, biliyorum, sizler kapalıyken bunu çok net olarak fark ettim ama ne yapalım, sizleri kusurlarınızla birlikte seviyorum. Bencilsiniz; ön planda olmak, verdiklerinizle sonuca ulaşmamı, karar vermemi sağlamak istiyorsunuz, tamam, öyle olsun. Boyun eğiyorum. Gücünüzü kabul ediyorum. Yeter ki benimle kalın, öyle ağrımayın, sulanmayın, görün, varlığınızın gereği neyse öyle davranın, hastalanmayın. Birlikte yaşayıp yaşlanalım. Etrafınız kırışsın, kapaklarınız sarksın, kirpikleriniz dökülsün, uyumunuz biraz bozulsun, çabuk yorulup uzun dinlenmek isteyin, gözlük kullanın ama benimle kalın. Benden önce sakın gitmeyin. Size iyi bakacağım, söz veriyorum. Sık sık yıkayacağım, ovuşturmayacağım, çok yormamaya çalışacağım. Gerektiğinde en iyi doktorlara götüreceğim, değerinizi bileceğim. Kendinizi önemsenmemiş gibi hissettiyseniz lütfen beni affedin. Bir daha olmayacak. Değerinizi anlattınız, asla unutmayacağım. Kalın sağlıcakla!

1 yorum:

jade dedi ki...

gözüm gözüm, iki gözüm