ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

1 Kasım 2010 Pazartesi

ORTALAMANIN ÜZERİNDEKİ VATANDAŞ: İÇİMİZDEN BİRİ

Babam okuldan almasaydı ben de şu gittiğim evlerdeki karılar kadar olurdum, neyim eksikti ki? Notlarım fena değildi, geçiyordum. Ucundan kıyısından iki senelik falan bir fakülte kazanıp mezun olmayı becerirdim. En azından okumuş, işi gücü yerinde koca bulurdum. Köylü kızıyım, buradaki sümtük şehirliler gibi adamlara naz yapmam. Az çok güzelliğim de vardı, iki popo sallasam hangisini olsa elde ederdim.

Serpilip geliştim diye lise birin ortasında bıraktırdı. Düşkündüm, severdim, eksikliğini hep hissediyorum, Allah rahmet eğlesin ama bu bakımdan affedemiyorum. Neyse, olan oldu artık, hayıflanmanın alemi yok. Kaç yıl geçti aradan. Oğlum Metin benim okulu bıraktığım yaşta. Nur içinde yatsın babacığım, onun da doğrusu böyleydi işte, ne yapacaksın?

Aklımı başıma toplayıp hiç değilse paralı bir herife varsaydım ya! İsteyenler olduydu; o kadarı benim hatam. Kadir 'seviyorum' diye ortalıkta adımı çıkarttı, yakışıklıydı da ne yalan söyleyeyim, işsiz güçsüz adamla evlendim. Hayat bitti. Aslında hala kendine baktırıyor. Boylu boslu, esmer, gür siyah saçlı, yürürken yerlerdeki taşlar oynuyor. Kadınlar peşinde. Ben daha otuz yedimdeyim sözde, saçlarım çoktan beyazlandı. Üç doğumdan sonra aldığım kiloları veremedim. Belim genişledi, göbeğim çıktı, göğüslerim sarktı... Geceleri oynaşmak istiyor, çoğu zaman iteliyorum. Geçenlerde küstü bana, "Bak Meryem, giderim başkasına" dedi. Gider de. Ertesi akşam çocuklar uyuduktan sonra dantelli külot sütyen takımımı giydim; sitedeki dubleks dairenin sahibi kadın vermişti, güzel doğrusu. Geceliksiz çıktım karşısına. On gündür açtı, bir saldırdı ki sorma, kelime yetiştiremem! Ben bir şey anlamadım ya, o başka. Herif doydu. Bu onu bir süre idare eder artık.

Haftada iki gittiğim Rus dilberiyle içli dışlıyız. Ağzımı da bozdu kaltak. Neyse, o anlatıyor, kocası on yaş büyük fakat oynaşta iyiymiş. Altına aldığında karıyı zevkten kıvrandırıyormuş, bas bas bağırtmadan boşalmıyormuş. O da geliyormuş üstelik. "Doğrulup haykırıyorum, boynunu ısırıyorum, sırtını tırnaklıyorum. Ali için katlanıyorum burada yaşamaya. Yatakta onun kadar iyisine rastlamadım" diyor. Nasıl bir şey, görsem de anlasam! Birleşmenin kadın için ne zevki olabilir ki? Soracağım, dilimin ucuna kadar geliyor, onca samimi olmamıza rağmen utanıyorum, soramıyorum. Benim bildiğim, ablamdan, kız kardeşimden duyduğum hep aynı. Baştan acıyla yanarsın, gözlerinden yaşlar boşanır, ayıp demişlerdir, kıpırdamadan dayanırsın. Sonrasındaysa herif üstüne abanır; başını çevirir, can sıkıntısıyla beklersin. Öncesinde hissettiğin iç gıcıklanmasının sonu boştur. Bir seferinde öyle yorgundum ki Kadir gitgellerini tamamlamadan uyumuşum. Çok kızdıydı tabii, hafiften okşadıydı.

Neyse, bundan sonra bir şeyin değişeceği yok artık. Kadir'i elimde tutmak için arada gönlünü hoş edeceğim, o kadar. Evlilik lazım. Erkeksiz buralarda nasıl barınırdım? Hem evde en azından bir nefes. Gerçi eziyeti çok. Çamaşırını, ütüsünü boşver, alıştığım işler, ağır gelmiyor ama her girişinde arkasından hela, banyo temizlemek yok mu! Çocuklar da erkek ya, onu örnek alıyorlar. Başka kapılarda çalışmasam önemli değil, evimde eşinir dururum, günde yirmi sefer olsa siler, ovarım fakat yorgun oluyorum. Dinlenmek nerede? İçeriye ter, pislik içinde gir, önce banyoyu pakla ki yıkanabilesin. Allah gücünü veriyor işte.

Fazla yakınmayayım. Aslında kapıcılık iyi iş. Burayı Kadir'in akrabaları sayesinde bulduk yoksa köyde sürünüyor olacaktık. Hem tutundu, sevdirdi kendisini. On dört yıldır aynı apartmandayız. İlk geldiğimizde neydi şu oturduğumuz yer? Düşündükçe sıkıntı basıyor. Köpeği bağlasan durmazdı. Bodrumda, tepedeki iki deliğe pencere dedikleri kömürlükten bozma bir karanlık çukur. Zemine taş bile döşememişler, duvarlar kaba sıvasıyla kalmış, etrafta kocaman karafatmalar cirit atıyor... Gördüğümde beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Eşya diye topu topu bir çekyatımız vardı, üç beş de çatal kaşık, o kadar. Çok gençtim de dayandım. Nasıl uğraştım yaşanır hale getirmek için, bir ben bilirim. Üstelik çocuk vardı, Metin yeni ayaklanmıştı, onun da peşinden koşuyordum. Yok, Metin'i servis zamanları hariç babasına emanet ediyordum, yalan söylemeyeyim şimdi. Bağırdık, çığırdık, her tarafı ilaçlattık. Sonra iki daire kadınsızmış, beni temizliğe çağırdılar, elimiz biraz para gördü. Acıyanlar eşya falan verdi, öyle öyle bir yılda toparlandık. Şimdi çalıştığım evlerdeki kadınları çağırıyorum oturmaya da gelmiyor haspalar, kendilerine yediremiyorlar. Çoğunun eşyasından daha güzel benimkiler. Beş kapılı gardırobum var, vitrinim var... İçeriye sığmıyor tabii, aralığa koyuyorum. Sığınağın girişini engelliyor diye yönetici söyleniyor fakat aldırmıyorum. Eşyamı atamam ya! Çoğunu şu taşınan noter vermişti; yepyeni. Büyük ev aldılar, göçerken tüm mobilyayı değiştirdiler. Karyola, beyaz eşya, televizyon... Bulaşık makinesine çok yanıyorum, almadım. Nereye bağlayıp kullanacağım demiştim. Yanlış yaptım, hala aklıma düştükçe dövünesim geliyor. Al da sat, değil mi? Artık her verileni kabul ediyorum hatta arada ağızlarını yokluyorum, uygun gibilerse istiyorum. Ayıbı yok bu işin. Para kazanıyorum tamam da eşyaya para mı yatıracağım? O zaman banka kredisini kim ödeyecek? Köye çoktan ev yaptırdık, orası kolay oldu ama bu büyük şehirde evsiz olur mu? Kadir'e kalsa bir yere varacağımız yoktu; zorladım, ağzından girdim, burnundan çıktım, site dairesine temelden girdik. İkinci katta, güney cephe diyorlar, güneş batana kadar içinden eksilmiyor. Krediden başka elden aldığım borcu hiç söylemiyorum. Onlar biraz beklesin. Korkmuyorum doğrusu; çalışır, öderim. Sağlığım yerinde olsun, yeter.

İyi ki biraz okumuşum. Saf köylü kafam olmadı hiç. Uyanıktım, ev temizliğinde ne gösterilirse çabucak kaptım. Buradakilerin bekledikleri bizim köyde yaptıklarımıza benzemiyor. Kıyı köşeyi atlamam, elim çabuk, aklım cin; Allah'a şükür, hiç işsiz kalmadım. Son aylarda mecburen Pazarları da çalışıyorum. Salı ve Cumartesi günleri işim erken bitiyor, akşamüzerleri iki yere daha gidiyorum. Boşalırsam alacaklar hazırda bekliyor. Kısacası benim için sıraya girdi millet. İyi olmasam böyle yapmazlar herhalde. Ortalık kadın dolu.

Salı günü gitmeye başladığım öğretmen, yeni. Yanına varalı daha bir ay oldu. Lisede kimya okutuyormuş, emekli olmuş. Yalnız oturuyor, boşanmış. Eski temizlikçisinden memnun değilmiş, denemek için çağırdı beni. Arkadaşı, ablamın apartmanında oturuyor, o söylediydi. Ben de bunamış kocakarıyı bırakmak istiyordum, denk geldi. Beğenmiş görünüyor ama henüz kendimi yanında kalıcı hissedemedim. Huzursuzluk duyuyorum, nedendir bilmem. Halı sildirse camı bıraktırıyor, yemek yaptırsa ütüden vaz geçirtiyor... İşim taş çatlasa ikide bitiyor. Geçen hafta mahsus oyalandım, kapıdan çıkarken: "Bak Meryem, işini görüyorum ben. Bir daha böyle yapma, erken bitirebiliyorsan bitir, git. Ben sana tam yevmiye vereceğim. Sonra ne istersen yap. İster evinde dinlen, ister başka yerde çalış, beni ilgilendirmez. Fakat bir daha sakın böyle yapma" dedi. Şaşırdım, kaldım. Bir de çalışırken başka yerlerde yaptığım işleri anlatıyordum, herkesin beni nasıl tercih ettiğini söylüyordum ki sözümü kesti: "Kendini övme, bırak başkaları övsün" demez mi? Tuhaf biri. Acaba devamlı alacak mı? Onun yanında hem diken üstündeyim hem devam etmek istiyorum, nedense! Halbuki dolu insan var haber gönderip beni isteten. Anlayamadım, gitti. Kadın içimde bir tele dokundu da ne olduğunu henüz keşfedemedim. Hoş keşfetsem ne olacak? Kadir bana zevk mi verecek?

Neyse boş laf bunlar, fazla düşünmeye gelmez, kafayı yersin. Asıl önemlisi gelecek. Evin bittiği zamanı hayal ediyorum. Taşınmışız, aydınlık pencerelerime güzel perdelerimi asmışım, yepyeni eşyalarımı yerleştirmişim, sehpa örtülerimi örtmüşüm, borcum bitmiş... O zamana kadar daha dokuz yıl var, çok eşya veren olur. Nasılsa gırtlağıma kadar borçtayım, biraz daha borçlanır hepsini bir depoya ya da karşıdaki akrabaların yanına falan yığarım. Onların arasından yeni ev döşeyecek perde de çıkar, kanepe de bulaşık makinesi de. Sonra yerleşir, keyfimize bakarız. Kadir emekli olduktan sonra katiyen çalışmaz, biliyorum. Fakat ben devam ederim. Bu gündelikçilikte iyi para var. Gücüm yettiğince sürdürürüm. Belki bir ev daha alır, Metin'i evlendirince orada barındırırız. Bir taşla iki kuş: Gelinin boynu bükülür, başını yerden kaldıramaz. Zaten Murat'la Ozan'ın okulları sırada bekliyor. Kısmetse bir de yazlık veya Bozcaada'da bağ sahibi oluruz. Çarşamba gittiğim eczacı kadından edindiğim taze bilgi bu. Onlar almışlar, ucuzmuş, hem araziyi yarıcıya veriyormuşsun, yese bile yarı yarıya iyi para getiriyormuş.

Babama arada kızsam da aslında adam doğrusunu yapmış; çoğu zaman hak veriyorum. Okusaydım ne olacaktı? Maaşlı işler bu kadar kazandırıyor mu? Gittiğim evlerdeki okumuş kadınları görüyorum, hepsi mutsuz. Kimi memleket meselelerini dert ediniyor, kimi boşanmış, kimi kocasından, çocuğundan memnun değil... Ben hiç değilse hayatı olduğu gibi kabul ediyorum, onlar bunu bile yapamıyorlar. Hele şu öğretmen! Elinden kitap düşmüyor. Benden on beş yaş büyük, emekli, ne okuyor anlamadım ki! Ne kazanacak? Bir de üstüne para veriyor. Tabii ya, kitaplar bedava mı? Ben bizim haytaların elinde ders kitabı dışında bir dergi görsem canlarını burunlarından getiririm.

Değiştiremediklerin için dertlenmeyeceksin, sürüden ayrılmayacaksın, gözünü dört açacaksın, dikkati çekip kendini kurtlara kaptırmayacaksın. Biraz da becerikliysen yaşam sana epeyce fırsat tanıyor. Orucunu tutup namazını kılıp Allah'a şükretmek lazım. Bunca yılda öğrendiğim bu. Çocuklarıma da aynısını öğretiyorum. Başarılı ve ülkeye yararlı insanlar olacaklarından eminim.

Hiç yorum yok: