ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

3 Kasım 2010 Çarşamba

FARKLI BİR HAYATIN BİRKAÇ SAATİ

Kalbi deli gibi çarpıyordu. Sırtını kamburlaştırıp kulaklarını kabarttı: Ses hangi yönden ve ne hızla geliyor? Göz bebekleri dehşetle parladı: 'Çok yakından, soldan!'

İri yarı bir Alman kurduydu sahibinin elindeki tasmayı çekiştirerek adamı koşmaya zorlayan, korkunç dişlerini göstererek ona hırlayan. 'O genç çocuğun elinden kurtulur bu, yandım!' düşüncesi aklından hızla geçerken tüm vücudu önce kasıldı sonra yay gibi gerildi. Apartmanın camlı, ağır demir kapısı kapalıydı; içeriye kaçması imkansızdı. Öyleyse nereye? Paniğe kapılmamalı, çabucak en iyisini düşünüp hemen uygulamalıydı. Bu güçlü, öfkeli yaratıkla baş etmesi mümkün değildi.

Tehlike sokak çıkışından yaklaşıyordu. Apartman tam köşedeydi. Sağda ana cadde var. Arabalar da epeyce hızlı geçiyorlar hani! 'Olsun, bir koşu şu ağaca varabilirim!'

Keskin köpek kokusu burnunu yakmaya başlarken yayından boşalmış ok gibi fırladı. Kaldırımda yürüyenlerin ayakları arasından yıldırım gibi geçerek asfalta vardı; otobüsle su dağıtım motosikletinin tekerlekleri altında kalmaktan kıl payı kurtularak kendini karşıya attı. Atkestanesi tam önündeydi. Zıplayıp kalın gövdeye tırnaklarını geçiriverdi. Bir hamle daha... İşte iki büyük ayrığın arasında, yerden bir buçuk metre yüksekteydi artık. Ama biraz fazladan güvenlik iyi olabilirdi. İnce dallara doğru kıvrak hareketlerle ilerledi. Oturmuş cıvıldaşan kuşlar onu görünce kanatlanıp dağılıverdiler. Yapraklarla örtülü, biraz büzülerek dört ayağını da yerleştirebildiği yeni yerinden nefes nefese, bıyıklarını oynatarak aşağıya baktı. Kurt uzaktaydı. Ona doğru üç dört kez havladı usulen, yenilgiyi kabullenmişçesine, o kadar.

'Buradan çevre güzel gözüküyor, biraz soluklanayım.'

Önce karnını pürtüklü dala yerleştirdi sonra da patileriyle sarıverdi. Yorulmuştu. Biraz bakındı. İnsanlar geçiyordu, her zamanki gibi. Ellerinde çantalar, torbalar, cep telefonları... Çoğu aceleyle yürüyor, gözlerini yerden ayırmıyor, etrafla ilgilenmiyorlardı. 'Halbuki günün ortası, aydınlık, hava ılık, hafif bir meltem esiyor, denizin kokusu buralara kadar geliyor. Zevkini çıkartsalar ya! Yok, ancak sonra ne yapacaklarını düşünür bunlar; bir saat sonra, bir gün sonra, bir ay sonra... Şimdi yoktur, sadece gelecek vardır!' Çok iyi tanıyordu şu tepelerinden baktığı iki ayaklı varlıkları. İşleriyle evleri arasında mekik dokurlar. Aldıkları, biriktirdikleriyle övünürler ama değerini de bilmezler. Yüzlerine gülene çabucak inanırlar. Biraz sürtünene kanıverirler, ne isterse yaparlar. Kullanılmak için yaratılmışlar sanki!

Kestirmeye karar verdi. Başını sağ ön ayağının üzerine koydu, dengede olduğundan emin, gözlerini kapattı. Rüzgar tüylerini okşarken dalmış olmalı. Ne güzel rüyaydı gördüğü! Her gece paspasında yattığı apartmanın kapısından giriyor, ilk kattaki kadının kapıcıyla konuşmasından yararlanıp evine süzülüveriyor. Muhabbet kuşlarının kafesi açık, bir pençede yeşilini yakalayıveriyor. Kuş patilerinin arasında çırpınırken oynuyor biraz. Tüylü gövdesini hafifçe ısırıyor, taze et kokusunu derin derin içine çekiyor...

Yere 'pat!' diye düşen kestanenin sesiyle irkilerek uyandı. Acıkmış olduğunu fark etti. 'Buradan inip çöp karıştırmalı!' Gövdesini kaldırıp dalda dört ayak üzerinde durdu yeniden. Caddeye baktı; arabalar hızla gelip gidiyorlar. Karşıdan karşıya geçmekten ürkerdi. Motorlu araçlar çok acımasızdı, biliyordu. Yavruyken kız kardeşi bir tanesinin altında kalıp ölmüştü. Onun ezilmiş, barsakları dışarıya çıkmış, dilini ısırmış görüntüsünü gayet iyi hatırlıyordu. Ama kapağı açık çöp bidonları da yolun diğer tarafındaki kaldırımda dururdu hep. Yapacak bir şey yoktu.

Yumuşak adımlarla biraz alçalıp yere atlayıverdi. Hafifçe oynamış taşların üzerinde iki yaprak, biri sarı diğeri kırmızı, kurumuş, kırışmış, birbirlerine değerek yatıyorlardı. Tam aralarında da kıvrılıp duran solucan. Sol ön patisini uzatıp dürttü hayvanı. Olduğu yerde kendi üzerine bükülüverdi zavallı. Burnunu uzatıp kokladı; oldum olası sevmezdi bu yumuşak şeyleri. Başını çevirip uzaklaştı.

Kaldırımın kenarında iki tarafa da dikkatle bakarak, arabaların uzakta olduğu anı iyi kollayarak koşturdu karşı yakaya. İşte üzerinde yatmaktan hoşlandığı paspasın bulunduğu apartman tarafındaydı yine. Onun mekanı. Oturan insanları tanıyor, ne yapacaklarını biliyor, kendisini güvenlikte hissediyordu. Kapağı açık iki çöp bidonundan ilkine seğirtip içine zıplayıverdi. Koku çok keskindi. Plastik torbaları eşeledi; yiyecek yok. Kirli, yırtık çoraplar, çürümüş meyveler, soğan artıkları, tuvalet kağıtları... Dayanılacak gibi değil! Çıktı. Diğerini denemek gerek. Aralık demirin arasından süzüldü. Burası daha iyi galiba. Bir naylonu yırttı, mis gibi tavuk kokusuyla neredeyse kendinden geçiyordu. Ama hepsinin kemiği kalmış, tek bir lokma et yok! Açıkta bayat ekmekler buldu. Bunlarla da karın doymaz ki! Biraz kemirdi, vazgeçti. Çok lezzetsiz.

Soğuk kapağın üzerinde durmuş etrafına bakınırken tanıdığı kadınlardan birini gördü. Tekerlekli valiz benzeri çarşı arabasını çekerek ona doğru geliyor. 'Şu karıya yaltaklanmalı yoksa günü aç geçireceğim!' diye düşünürken kaldırıma çevik bir hareketle iniverdi.

"Canım benim, Sarman'ım! Çöp mü karıştırıyordun? Sana yakışır mı? Bak, seni düşündüm, kedi maması aldım. Hemen eve gider gitmez kaba koyup vereceğim. Yapma öyle, kıyamam sana!"

Tombul, ince çoraplı bacaklara sürtündü. 'İyi kadın. Beni düşünmüş, yemeğimi almış marketten. Komşuma teşekkür etmeliyim.'

Başında, boynunda dolaşan yumuk yumuk parmakların sıcak temasından hoşlandı. Yanağını ele dayayıp pürtüklü diliyle biraz yaladı. Sonra yere sırtüstü uzanıverdi. Oldum olası karnının okşanmasından haz duymuştu. İşte göbeğindeki tüyler karıştırılıyordu yine. Ne tatlı! Mırıldanarak yayıldı.

Kadın ağır, camlı kapıyı anahtarıyla açarken hemen ayaklarının dibindeydi. Fakat içeriye girmesine izin verilmedi. Mokasen ayakkabının dış kenarı ile itiliverdi iki adım öteye. Tırnaklarını çıkartıp burnunu oynattı; sinirlenmişti. "Bekle güzelim, sabret. Önüne getireceğim mamanı."

Yiyecek için neydi bu çektiği? 'Hem olmadık insanlara yaranmaya çalış hem de verecekleri üç paralık şey için küçümsesinler seni! Yaşamak mı bu?' Lanet ederek taşlığın üzerine oturdu.

Tombul teyze on dakika sonra elinde iki kapla geldi. Birinde tepeleme yuvarlak, kahverengi, parça parça, ağız sulandıran kedi maması, diğerinde ise süt. Ziyafet! Hemen yumuldu. Kırgınlık falan geride kalmıştı, mutluydu. Kıtır kıtır şu yemek ne lezzetliydi! Hamsi kokuyordu. Gözünün önünde kıpır kıpır taze balıklar, taneleri son lokmasına kadar bitirip sütünü içti. Oh, doymuştu! Paspasının üzerine uzandı. Artık temizlenme vakti.

Önce patilerini yalamaya başladı. Sonra sırasıyla sırtını, göbeğini, apış arasını, kuyruğunu... Rehavet çökmüştü. 'Gün dönüyor, akşam olmadan biraz daha kestirmeli.' Gövdesini yayıp gerindi. Ön ayaklarını içe doğru kıvırıp yüzünü araya gömdü. Hafif kıllı, kendi rengindeki bu paspasa bayılıyordu. Onun olduğunu herkes biliyordu zaten. Uyurken kimse itmez, yanından geçip öyle girerlerdi apartmana. 'Burası benim yerim, hayat güzel!' diye aklından geçirirken tüm benliğini uykunun sakin dalgalarına bırakıverdi.

Hiç yorum yok: