ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

2 Aralık 2013 Pazartesi

SÜLEYMANİYE

İki yönlü, iki görüntülü, sanki gündüzle gecenin aynı anda ortaya çıkmasıyla kendisi olabilen farklı bir İstanbul yüzü Süleymaniye. Gündüz kısmı, Mimar Sinan’ın eseri: Süleymaniye Camii. Elbette ki sadece cami değil. Okullar, dükkanlar, aşevleri, hamam, mezarlık içeren bir kompleks. İbadethane merkezde. Kusursuz simetrisiyle göz alıcı. Göğe doğru uzanan dört zarif minaresi hem çok erkeksi hem de çok davetkar. Ünlü. Dünyanın her yerinden ziyaretine geliniyor.

            Daha dış kapısından adım atmadan önce sakinlik ve huzur telkin ediyor. Avlunun genişliği, ortasında dururken bile hissedilen düzgün ölçüleri, süslemesiz, dayanıklı duvarları, kenarlarına tırmanınca külliye ile çarşı kısmının sıra sıra uzanan küçük kubbeleriyle taçlanmış nefis Haliç manzarası insanı büyülüyor. Caminin öyle çok penceresi var ki içerideki el halılarının renkleri sanki dün dokunmuşçasına canlı görünüyor. Burası Sinan’ın minimalizmle en görkemli etkiyi yarattığı mimari şaheser. Süslemelerin azlığı, binanın ve elbette çevresindeki diğer eşlikçilerinin işlevsel güzelliğini ön plana çıkartıyor. Sadeliğin ihtişamı! Tanrı’nın evi, Tanrı’nın karşısında basit ve sanki başını önüne eğmiş. Fakat aynı zamanda kudretli bir hükümdarın gücünü de simgeliyor. Bulunduğu yükseklikten hem Sarayburnu’na hem Galata’ya neredeyse tümüyle hakim. Keskin kartal bakışlarıyla kenti süzüyor, her ayrıntıyı yakalıyor.

            Kanuni’nin ve Hürrem Sultan’ın mezarlarının burada olması mekana ayrıcalıklı bir insani boyut, hatta romantizm katıyor. On altıncı yüzyılda İstanbul’da, iktidarın doruğunda yaşanmış büyük aşk! Savaşlar, çekilen acılar, saray entrikaları, savurganlıklar, yalanlar arasında birbirine yaslanan iki tarihsel kişilik. Kim ne derse desin sevgi mutlaka vardı diye düşünüyorum.
   
            Hamam da aşağı yukarı cami kadar etkileyici. İç kısmının zevkli mermerleri, çinileri değil asıl bahsetmek istediğim; hala işlevselliğini mükemmel şekilde sürdürmesi. Üstelik İstanbul’un kadın – erkek birlikte banyo yapılabilen tek hamamı. Turistik yönü ağır basmış durumda tabii ama tam burada olması gereken de bu. Kişinin kendisini yüzlerce yıl öncesinde yaşıyormuş gibi hissettiği bir yer turistik olmayacak da neresi olacak?
                 
            Geceye (ya da alacakaranlığa) benzettiğim ‘semt’e gelince: Süleymaniye Camii olmasaydı ‘Eminönü sırtları’ diye anılacağı şüphe götürmeyen yüksekçe bir bölge sadece. Ezik. Onun suçu değil elbette. Böylesine ayrıksı, dikkat çekici, güzel üstelik büyük, her yerden görünür, aydınlık ve daha pek çok olumlu sıfatı adının önüne toplayabilen kutsal mekanın gölgesinde yaşıyor. Eteklerine yüz sürüyor. Kendisine adını bağışlayanın ihtişamına, tanınmışlığına asla yaklaşamayacağını biliyor. Bu nedenle hem kıskanç hem biraz tehlikeli.

            Bunları nereden mi çıkartıyorum? Hadi gelin o zaman, gündüz vakti olsun, zaten gece buralarda gezinmek fazlaca cesaret ister, sokaklara girip çıkalım, ortalıkta dolaşalım. Kırkayağın bacakları gibi sağlı sollu uzanan daracık yollarda dönüştürülmek üzere boşaltılmış ancak yıkılmamış, renkli hayaletler benzeri bitişik nizam sıralanan eski, iki – üç katlı, cumbalı ahşap veya altı beton, üstü tahta binaların kırık camlarından içerilere bakalım. Çoğu tinercilerin, olası ot – toz satıcılarının, herhangi bir gruba kabul edilmemiş çöp toplayıcıların, kaçak göçmenlerin, sabıkalı evsizlerin barınağı. Kapıların önlerine uzanmış etrafa göz gezdiren sarı tüylü, uyuz görünümlü, kara suratlı, çirkin bakışlı, birbirinin kopyası olacak kadar aynı köpekler mahallenin olmazsa olmazları. Henüz normal sınırlardaki meskunluğunu kaybetmemiş alçak, döküntü apartmanların sahipleri belli değil, kiracılarıysa genellikle Anadolu’dan İstanbul’a inşaatlarda çalışmaya gelen gençler. Dairelerin odalarında on – on iki kişi bir arada kalıyorlar. Pek temiz yıkanamamış ancak öyle böyle kokusundan arınmış çamaşırlarını bir pencereden diğerine uzatarak bağladıkları iplere asıp kurutuyorlar. Adı sanı duyulmamış aşırı dinci tarikatlar alacakaranlıktan sonra bodrum katlarında ayinler düzenliyorlar. Gri ya da siyah cübbeli, takkeli, şalvarlı, çatık kaşlı, mutlaka siyah sakallı müritler bu eylemleri el ilanlarını tarihi duvarlara yapıştırmak suretiyle çevre halkına duyuruyorlar.

            Daha uzatmak mümkün ama gerekli değil. Süleymaniye’nin şizofrenik kişiliği onu adlandırırken bile zorluk yaratıyor. Ne tek başına cami denebiliyor ne de mahalle. Çekerken itiyor, aydınlatıp huzur verirken ürpertiyor, güzellikle çirkinliğin kardeşliğini apaçık sergiliyor. Her yeri gezilip dolaşılabilir fakat bütünlüklü olarak kavranamaz diyebileceğim bir ilginç İstanbul parçası.


            Dönüşüm tamamlanır, binalar restore edilir ya da aslına uygun olarak yeniden yapılırsa ürküten özellikleri kısmen evcilleşir, bölgenin çekiciliği artar diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok: