ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

28 Aralık 2013 Cumartesi

ÜMRANİYE

Üç – beş kavak ağacı dışında hiç yeşilliği olmayan, düzensiz ve plansız yapılmış çirkin binalar karmaşasıyla, çıldırtan trafiğiyle ünlü Ümraniye’den bahsetmek istiyorum. İstanbul’un en yüksek tepesinin eteklerinde bir yayla aslında. Bu çevrelerdeki en geniş yayla. Kadıköy’e, Beylerbeyi’ne yokuş aşağı neredeyse iki adım mesafede. Yerleşime öylesine uygun ki talan edilmiş.

            Bugünkü haline gelmeden çok uzun yıllar önce Frigyalılar tarafından, onlar için kutsal sayılan çam ormanlarıyla donatılmış. Adı: Ormaniye. Bu yemyeşil bölgeye Balkan savaşlarından sonra doğu Avrupa’dan göçenler yerleşmiş. Esas yerlileri onlar işte. Günümüzde torunları hala buralarda barınabiliyorlar mı yoksa kaçıp gitmişler midir, bilemiyorum.

            Üsküdar’a bağlı alçakgönüllü bir köyken (o zamanki ismi: Yalnız Selvi; tenhalığından dolayı böyle denmiş) nedense organize sanayi bölgesi ilan ediliyor ve Anadolu yakasının ilginç sosyolojik tümör olgusu hızla gelişmeye başlıyor. Önce iki katlı, bahçeli, çevresi bostan, az ötesi doğal park olan evlerin tepelerine direkler dikilip kaçak birkaç kat çıkılıyor. Seçim zamanları izinler alınıyor tabii. Yetmiyor, sırayla her biri yıkılıp daha da yüksek apartmanlar, siteler yapılıyor. Aralarda bolca bulunan geniş boşluklara plazalarla AVMler yerleştiriliyor. Yollar en sonda düşünülüyor. İnsanlar Anadolu’nun değişik yörelerinden gelip hemşerilik temelinde, öbekler halinde yerleşiyorlar. Yan yanalar ama ne benzerlikleri ne de birbirleriyle anlamlı bir temasları var. Topraklarından koptukları için tedirginler, içlerine kapanıyorlar. ‘En iyi savunma, saldırıdır’ içgüdüsüne elbette sahipler. Böylece Ümraniye en çok gasp, silahlı saldırı, taciz, tecavüz olayının yaşandığı yer haline geliyor. Geceleri sokağa çıkılamayan ilçe! Nüfusuyla birlikte çöplüğü de büyüyor, en sonunda Hekimbaşı’nda patlıyor. Yaralananlar, ölenler… Bu arada otopark mafyası, inşaat sektörü, her türlü ticaret tüm hızıyla kazanmaya devam ediyor. Bunlar öyle uzak geçmişin olayları değil, aşağı yukarı otuz senelik hızlı bir süreç.

            Kadıköy’deki Bağdat Caddesinin Ümraniye’deki karşılığı Alemdağ Caddesi. Üç şeridiyle geniş olduğu varsayılabilir. Fakat kullanımı şöyle: En sağ şerit park etmiş arabalara ait, ortadaki kısa süre duraklayanlar için, soldaki ise öncelikle yayalar, sonra da araç trafiği yararlansın diye bulunduruluyor. Plazalarda çalışan mobil pazarlama, finans, emlak, vs. sektörlerinin temsilcilerinin hepsine birer oto tahsis edilmiş. Ayrıca arazi zengini çok, hepsinin eşleri, kızları kapalıysa da oradan oraya gitmek, sosyalleşmek istiyorlar; bunu yürüyerek yapacak değiller ya! Ciplerine binip çıkıyorlar. Bir de köprü bağlantı yollarına ulaşmaya çabalayan, işi olup da kendi arabasıyla buralara gelmek gafletinde bulunan diğer ilçelerin acınası vatandaşları var. Hepsi birden Alemdağ’da kornalara basarak, el – kol işaretleri yaparak, küfürleşerek falan duruyorlar. Bu caddede insanlar araç içindeyseler asla ilerleyemiyorlar. Fiilen kapalı olduğu için trafiğe kapatılması da gündeme geldi zaten.

            Ümraniye’nin kendine göre yazılı olmayan kuralları var. Örneğin kaldırımlarda değil de sokak ortalarında yürümek, yere tükürmek, eldeki çantayı, poşeti yanından geçenin neresine gelirse orasına vurmak, pencerelerden çöp torbaları atmak, her yere geç kalmak, herkese kızmak, sık sık kavga edip yumruklaşmak olağan. Eğer kızların türbanı, genç adamlarınsa şalvarımsı pantolonuyla tespihi varsa ortalık yerde uzun uzun, dudak dudağa öpüşebilirler; kimse başını çevirip bakmaz. Çarşaflı ya da maksi bej pardösülü kadınların bağıra çığıra, çocuklarını çekiştirerek, gruplar halinde dolaşmaları yerel politika gereği teşvik edilir. Sokak aralarındaki minik otoparklar Kurban Bayramı’nda kurban kesim merkezlerine dönüşür, toprak zeminleri kırmızıya boyanır. Şoförler yadırgamadan arabalarını kan gölünün göbeğine park eder, giderler. Köşe bucakta göz zevkini okşayacak, estetik denebilecek herhangi bir tarihi doku kalıntısı bırakmak yasaktır. Cevher Ağa Camii’nin iki barok çeşmesi de yakınlarda bu anlayışın gereği olarak sökülmüş, yerlerine lavabo benzeri oluşumlar konmuştur. Cehennem tasvirinde yer alabilecek trafiğinde ters yöne giren minibüsler, motosikletleri sıkıştırmaya çalışan kamyon irileri hatta TIRlar (asla abartmıyorum) bulunması burada ne yazık ki hayatı renklendiren unsurlar olarak kabul görür.

            Ümraniye’yi ayakta tutan, doymak bilmez hırsla yapılan alışveriş. Çoğunluğu İstanbul’un pek çok eski ilçesindekiler kadar zengin ancak Anadolu’nun ücra köşelerinde yaşayanlar kadar cahil yerleşikleri alıyor, alıyor. Ev eşyası, elektronik araç gereç, giyim kuşam… Her türlü dükkan mevcut. Sinema salonuyla kitapçı yok elbette. Çarşıda sadece kahvehanelerle kırtasiyeciler var. Bir de Karadeniz pidecileri, esnaf lokantaları. Yiyecek işi iyi doğrusu; hem çeşitli hem lezzetli.

            Şu sıralar metro kazıları nedeniyle iyiden iyiye karmaşası artmış. Gürültüsü uğultu şeklinde her köşesinden yükseliyor. Canlılığına canlı ama bu özelliği maalesef kişide rahatlık, ümit gibi olumlu duygular uyandırmıyor.

            Şehrimizin deniz görmeyen iç kısımlarının baş temsilcisi. Sözün özü: Burası da İstanbul! Güçlü deprem olursa sağlam kalacak. Kaybolmayacak, büyümeye devam edecek. Güzel bir kadının rahmini istila eden ur gibi. Evrimi bir gün bir şekilde yön değiştirir mi? Tahmin etmek olanaksız. 

Hiç yorum yok: