ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

30 Aralık 2013 Pazartesi

MODA BURNU

Bir mekan düşünün ki Marmara’yı Atlantik gibi engin algılatıp Prens adalarını üzerlerine büyüteç tutulmuşçasına iri endamlı gösteriyor. Üstelik bu iç denizden bozma okyanusun çıkışına İstanbul siluetinin gerçek figürlerini yerleştirmiş, bakana iç geçirtiyor. Yani kesintisiz, muhteşem bir manzara sunuyor. Ana karadan suya doğru birkaç adım attığı için böyle yapabiliyor. Kadıköy’ün ikinci en çıkıntılı bölgesindeyiz; Moda Burnu’nda.

            İki kelimeyle tarif etmek gerekirse: Sessiz, sakin. Çarşı’nın, iskelenin koşuşturan kozmopolit kalabalığı biz buraya gelirken sağa sola dağılıp eridi. Dolmuşların yolu bitti, arabalar otoparklara girip ortalıktan çekildi, otobüsse bu kadar uca gelmiyor zaten. Araç gürültüsünden arınınca ortalığı huzur kapladı. Tenis kortunun yanından geçerken biraz duraklayıp sporculara göz atmak, toprak zeminde sıçrayan top seslerini duymak mümkün. Çoğunluğu kaldırım hizasının aşağısında, çevreleri yeşilliklerle kaplı kafelerle mini lokantalardan müşterilerin keyifli mırıltıları yükseliyor. Buralı oldukları tertemiz ve yeterli beslenmiş hallerinden belli, ağırbaşlı üç – beş kedi orada, burada güneşleniyor. Meşhur, geniş çay bahçesine simidini, poğaçasını alan gelmiş, oturmuş. Garsonlar kocaman tepsilerle durmaksızın sıcak, tavşankanı çay dağıtıyorlar. Burası sabah yediden gece ikiye kadar açık. Tüm günlerdeki ayrı zamanların, her saatin müdavimleri, gelip geçici ziyaretçileri birbirinden farklı. Kimi dönerken merdivenlerden kıyıya, parka iniyor, hemen denizin berisindeki banklarda veya mendireğin taşlarında biraz daha oturup şehrin göbeğindeki bu saklı cennette geçirdiği vakti uzatmaya çalışıyor.

            Söylentiye göre aslında Kalkedon şehri Fenikeliler tarafından ilk olarak Moda burnunda kurulmuş. Karadeniz kıyılarındaki diğer kentlerine gitmeden önce ikmal yaptıkları, gereksinimlerini karşılayıp eksiklerini tamamladıkları yermiş. Yani durakladıkları, şöyle bir soluk aldıkları, güç topladıkları yer. Toparlanma, kısmen arınma bölgesi. Ya o antik zamanların etkisi yirmi birinci yüzyıla yansımış ya da mekanın sıra dışı etkileyiciliği insanları binlerce yıl öncesinde de sonrasında da aynı şekilde davranmaya yönlendirmiş; tahmin etmek kolay değil.

            Doksan beş yıllık iskelesi hala ayakta hatta az da olsa kullanılıyor. Osmanlının can çekişme dönemlerinde kurulmuş olan İngilizlere ait yat kulübü evrimini Türk – İngiliz kulübü, Su Sporları Kulübü, sonunda Atatürk’ün talimatıyla Moda Deniz Kulübü olarak tamamlamış. Hala varlığını sürdürmekte. Eski ahşap iskeleler üzerine inşa edilmiş ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da kadınların mayoyla denize girip yüzdüğü en belli başlı yerlerden olan Moda Kadınlar Plajı ise ne yazık ki harap olup yıkılmış. Keşke o da bugünlere işlevsel olamasa bile simgesel bir yapı olarak kalabilseydi! Anımsayanlar ölüp gidince resimlerine bakmak (araştırma yapanların dışında) kimin aklına gelecek? Bir semte, bölgeye, binaya özellik kazandıran, derinlik sağlayan, kimliğini veren yarı yarıya geçmişinden taşıyıp getirdikleri değil midir?

            Moda burnunun resminde öncelikle romantizm var. Yani içine kısmen hüzün karışmış güzellikle sevecenlik. Artık kırk yıl öncesinin o azınlıklarla dolu, çay bahçesinde dört beş dilin birden konuşulduğu, kozmopolit İstanbul parçası değil; daha tek tip. Kültür çeşitliliğini yitirmiş olmasına rağmen havası farklı. Başka yerlerle kıyaslandığında daha olgun; görmüş geçirmiş de durulmuş denir ya, öyle. Şehrin ortasında aniden sağladığı şaşırtıcı sükunet nedeniyle böyle hissettiriyor olabilir. Ya da tümüyle gençlerin tercihi olmamasından kaynaklanıyordur. Buraya her yaştan insan geliyor. Asla sıkıcı değil; sadece daha yavaş yaşanan devirlerin günümüzdeki temsilcisi. Cep telefonlarındaki, tabletlerdeki görüntüleri, sanal mesaj trafiğini boş verip manzaraya ve gerçek sohbetlere odaklanmayı mecbur kılan kara parçası. O puslu, adalarla lekeli, gemilerle hareketli Marmara mavisi, güneşin batışında uzun süre turuncuya boyanan gökyüzü, karşı yakanın masalsı silueti insanları gerginlikten kurtarıp dinlendiriyor. Rahatlayan, bu duyguyu seyrek tattığının bilincindeki büyük kentli, çevresine daha bir hoşgörüyle bakıyor. Gülümseyince yanındakinin de yüz hatları gevşiyor. Konuşmalar kendiliğinden yüzeysellikten uzaklaşıyor, herkes birbirini daha iyi anlıyor. Biraz hayal kuruluyor. Böylece günlük hayatın sıradanlığındaki sıkışmışlıktan kaçmak için seçenekler bulunabiliyor, sorunlara çözüm üretilebiliyor.

            İçinde zaman geçirildiğinde bellekte mutlak olumlu iz bırakan mekan.

Hiç yorum yok: