ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

7 Aralık 2013 Cumartesi

ZİNCİRLİKUYU

‘Buraları bir zamanlar dutluktu’ nostaljisinin trafikte kilitlenip sol ayak debriyajda uyuşmuşken yaşandığı semt. Köprülü kavşak. İş çıkışı saatlerinde az ötedeki Boğaziçi köprüsüne aşağı yukarı kırk beş dakikada ancak ulaşılabilen, genişliğiyle yalnızlıkları çoğaltan, üzerindeki arabalarda kurulan hayallerin sınır tanımadığı asfaltlar bileşkesi. Kendi kesin sınırları ise belli değil; tıpkı adını veren kuyunun gerçek yerinin söylentilere dayandırılması gibi. Şişli ile Beşiktaş’ın birbirine dokunması sonucu ortaya çıkan tepkimeden meydana gelmişe benziyor. Her iki ilçeye de ait olabilen fakat mutlaka Zincirlikuyulu sayılan sıra sıra sitelerin ardlarındaki gökdelenlerden kaçarcasına Ortaköy’e doğru inişe geçtikleri kayalık bölge. Ağaçları var fakat etkisiz. Rengi gri, kokusu egzoz.

            En meşhur yeri mezarlığı. ‘Her canlı ölümü tadacaktır’ yazısı sabah önünden geçerken irkilmek için bire bir. İstanbul’un kalburüstü zenginleriyle sanatçıları dünya değiştirdiklerinde önce Şişli ya da Teşvikiye camiine uğruyorlar sonra buraya gömülüyorlar. Mezarlar lüks rezidans fiyatına ama yok satıyor. Cenaze sahipleri, ölülerin yakınları, tanıdıkları öyle her yerde rastlanan tiplerden değil. Marka kara gözlüklü, mutlaka siyah giysili, uzun boylu, kendine baktıracak kadar yakışıklı ya da güzel. Tabutun üzerine toprak serpilip hoca başında okuduktan hemen sonra acılı ünlüler basına demeç veriyor, ölenin yerinin asla doldurulamayacağını söylüyorlar. O birkaç cümle, söylerken bürünülen (sanki biraz gerçekdışı) yüz ifadeleri yıllardır hep aynı. Ne de olsa kentimizin başkent olduğu son imparatorluğun hanedana mensup bireylerinden birinin av köşkünün bahçesindeler; belki de farkına varıp ona göre davranıyorlar. Bahsettiğim kişi, Sultan Aziz’in oğlu veliaht Yusuf İzzeddin Efendi. Pek çok taht varisi gibi öldürülmüş. Sonra da buranın adı uğursuza çıkmış. Yakın zamana değin konut alanı olarak değer kazanamamış. Nitekim az önce bir cümleyle eskizini çizmeye çalıştığım apartmanlar da mekana epeyce uzak.

            Zincirlikuyu’nun bugünkü kimliğini oluşturan başlıca unsurlar arasında metrobüsü saymamak olmaz. Gayrettepe metrosuna bağlantısıyla gayet uygar bir görüntü çiziyor. Ancak bu izlenim, ana istasyon konumundaki durakta hem Asya hem de Avrupa yakasına yönelecek otobüsleri bekleyen mahşer kalabalığının arasına karışınca kayboluyor. İnsanlar işte tam burada kişilik değiştiriyorlar. On saniyede bir gelip yanaşan otobüslerin kapılarını denk getirecek kaldırım kenarlarında durabilmek için hınçla birbirlerini itiyor, dirsekleriyle çekinmeden yanlarındakilerin karnına, göğsüne vuruyorlar. Tıslayarak açılan kapılardan içeriye sel suları gibi akarlarken zayıfların ezilmesine ramak kalıyor, ayakkabılar ayaklardan fırlıyor, bastonu, uzun şemsiyesi falan olanlar bunları başkalarından kurtulup kendilerine yol açmak için kullanıyorlar. Büyük çoğunluğu şık giyimli beyaz yakalılar; inanılmaz! Metrobüs öncesi ve sonrası normal vatandaş, arada canavar! Mutlaka sosyolojik olarak incelenmesi lazım. Eve gitmek aslanın ağzında olunca belki de herkes içindeki karanlığı açığa çıkartıyordur. Bulunulan alanın bu olumsuz davranış tarzını yaratmakta etkisi büyük. Üstü kapalı, yankılı, doğallıktan topyekun uzak kavşak altı. Ruhsuz soğukluğun en üst noktası. Bir an önce uzaklaşılmalı!

            Gelelim çiçeği burnunda güzelliğine. Madem metropollere alışveriş merkezleri lazım, böylesi yapılmalı. Ortaya çıkartılmış olan yapılar topluluğu, mimari açıdan sanat eseri. Çağımıza ve yer aldığı mekana uygun, işlevsel, çok yönlü. Böylesine bir toparlanıp dağılma bölgesinde kat bahçeli ofisleri, rezidansları, çoğu lüks butikleri, dünyanın dört köşesinde isim yapmış lokanta zincirlerinin şubeleri, kafeleri, sinemaları, performans sanatları merkeziyle göz dolduruyor. Ama en önemlisi, neredeyse tüm unsurlarıyla çevreden yabancılaşma hissini körükleyen bu semtte sıcak denebilecek bir yer olması. İçine girince tekdüze duvarlarla karşılaşılmıyor, renk ve desen zenginliği var. Tavanlarla geniş kolonlar ayna; mekanı hem büyütüyor hem çoğaltıyorlar. Aydınlatma gün ışığının değişimlerine göre düzenlenmiş, suni etki yaratmıyor. Yeşillendirilmiş setler yarı açık veya yarı kapalı bölgeler sağlıyor böylece hem aydınlık hem de birbirinden farklı koridorlarda yürünebiliyor. Tüm katların ortaları bahçe, bahçelerin ortalarıysa ya oturma alanı ya da konser platformu. Yerleşim düzeni en dikkatsiz kişinin bile kaybolmasını imkansız kılacak, aradığını kolaylıkla bulduracak kadar basit. Etkileyiciliğiyle aidiyet yanılsaması yaratıyor, kozmopolit kalabalıklarda duyumsanan o ürpertici yalnızlık hissini kısmen hafifletiyor, yapaylığını ustaca saklarken alışverişin, yeme – içmenin dengeli ve zevkli olanını vaat ediyor.

            Zincirlikuyu için hayallere pek prim vermeyen katı kapitalist bir metropol bölgesi diyebilirim. İstanbul’un tarihle, öykülerle, cömert coğrafyasının sürprizleriyle dopdolu mekanlarından farklı. Yirmi birinci yüzyılın mekanik kuruluğunu simgeliyor. Her şeye ve herkese şöyle bir dokunup geçmenin temsilcisi. Geçmişi silik, ‘şimdi’ye tutkun, geleceği beklentisizlikten ibaret, biraz hüzünlü, biraz korkutucu, kısa süre önce ışıltısına kavuşmuş, doğadan uzak, mutlak beton. 

Hiç yorum yok: