Amatör, yeni oluşturulan bir haber sitesinin
kurucusu gelip de kendisine yazı yazmamı istediğinde ne sevinmiştim, anlatamam.
Tabiri yerinde mi bilmem ama ne hissettiğimi anlatabilmek için ‘ilk kez
görücüye çıkıyordum’ demek isterim. O sitenin kendi okuyucuları olacak ve
‘burada ne varmış acaba?’ diye araştırırken benim yazımı bulacaklar. Sonra
beğenenler başkalarına söyleyecek… Heyecanlandım elbette. Oturup düşündüm, ne
yazmalı? Politik değil, tümüyle kurgu da değil, o halde ne olmalı? Yaşadığım
kentle ilgili olsun dedim. Semtleri veya daha küçük ölçekli yerleri anlatsın.
Kısa olsun, sıkmasın. O bölgenin benim gözümde canlanan özelliklerini sanki
kişilik izlenimiymiş gibi aktarsın. İstanbul’dan Mekan Portreleri olsun.
Araştırdım,
benzerini bulamadım. Demek ki özgün dedim, sevindim. Her hafta yazdım, hiç
aksatmadım. On yazı oldu ve… Server sağlayıcı değiştirilecek diye site bir
süredir yayından kalktı. Okuyucularımı kaybettim. Her şey düzelir de
bıraktığımız yerden devam edersek belki yine geri gelirler, belki de gelmezler.
Ben de tüm emeğimin internetin sonsuzluğunda (uzayda) kaybolup gitmesinden
korktuğum için denemelerimi sırayla bloğuma koymak istedim. Başında
yayınlatamadığım mini paragrafla birlikte:
Kentle ilgili
izlenimler yazarken kalabalık metropollerdeki ‘yer’ algısının sonsuz
çeşitliliğine benimkini de ama farklı bir şekilde eklemek istiyorum. Amacım
tarihsel bilgi vermek değil. Zaman içerisinde gelişmiş kişilikleriyle mekanları
bana göründükleri şekliyle göstermeye, sözcükleri kullanarak bir çeşit portre
ressamlığı yapmaya çalışacağım. Zevkle okunması dileğiyle…
KARAKÖY
Karaköy son
aylarda her sabah vapurdan indiğim yer. Meydanı caddelerin, tramvayın, Tünel
çıkışının, Galata köprüsünün birleştiği kısım. Yayalar için denize veya karaya
ama her olasılıkta herhangi bir yöne doğru ilerlemek dışında orta yerde
duraklama imkanı yok; Taksim ya da Kadıköy falan gibi değil. Arka sokaklara
dalınıp dik yokuşlara tırmanılırsa tamam fakat merkezi kalabalığı toplamak
yerine kente dört koldan dağıtmak için planlanmış. Zaman içerisinde evrimini
böyle gerçekleştirmiş de olabilir. Yaşları yüze yaklaşan pek çok güzel
binasının üst katlarından seyrettiği Haliç sırtlarını, tarihi yarımadayı hiç
kıskanmıyor çünkü kendisine epeyce bağlı (bağımlı) olduklarını biliyor. Üretken
işçi. Aslen bir liman orası, hep öyle olmuş. Denizci ruhlu, biraz havai.
Hafifmeşrep bile denilebilir. Götürmekten çok getirmiş, halen öyle; insanları,
yiyeceği, uzak diyarların mallarını, salgın hastalıkları… Durdurduğu ise
yangınlar olmuş. Ateşi söndürme özelliğine sahip, her bakımdan.
Yapılarının
rengi çoğunlukla sarı ve kirli beyaz. Haliç yönüne doğru uzanırken sanki
gülümsüyor ve pastel tonlarla bezeniyor. Her semte yakışan Arnavut kaldırımına
hala sahip. Sıradışı merdivenleri sayesinde aklı işinde koşuşturanların
ilgisini çekmeyi beceriyor. Yosun, tuz ve toz kokuyor. Çok göz önünde olduğu
için pek çöpü yok sadece izmariti bol. Kıyı lokantaları neredeyse tümden
balıkçı. Yine de böylesine deniz dolu bu mekana yüksek yaylaların kebap
çeşitlerini getirip sakinlerine benimsetebilmiş birkaç et lokantası var. Bir de
olmazsa olmaz, Karaköy’le bütünleşmiş tatlıcılar… Büfeler, kafeler, simitçiler,
seyyar köfteciler de eklenince aç kalmak mümkün değil gibi. Dilencisi az.
Baktığı karşı kıyılarla kıyaslandığında kısmen batılı olduğundan mı acaba?
Dünya görüşü İstanbul’un diğer semtlerine göre daha geniş; barındırdığı binbir
çeşit insanının kozmopolit kültüründen beslenip olgunlaşmış.
Uzaktan
bakıldığında Galata kulesi ve çevresi olarak görünüyor. Uzun burunlu, dik
kulaklı bir gözlemci. Camileriyle kiliselerinin oranı eşit sayılır. Osmanlı
zamanında Müslüman ve Hıristiyan nüfus da yarı yarıyaymış; şimdi öyle değil
elbette. Ruhunu şekillendiren uluslar Cenovalılar, Venedikliler ve Katalanlar
olmuş; hepsi denizci, uçarı. Müslüman nüfusa en önemli manevi katkısı, uçmak
için cesaretlendirmek diye özetlenebilir. Kulenin tepesinden Üsküdar sırtlarına
kadar kanatlarıyla süzülmeyi başardığı rivayet edilen Hezarfen Ahmet Çelebi
örneğinde olduğu gibi. Sonrası gelmemiş. Tarihi yarımadanın buyrukları ağır
basmış.
İçine
girilip dar sokakları arşınlandığında hala Cenovalı alışkanlığından mıdır
nedir, yüzlerce elektrikçi, avizeci esnafını barındırdığı fark ediliyor; ışıl
ışıl. Parkları, yeşil alanları yok ancak kuleye yakın yıkık dökük binalarının
en üst katlarında evlerden daha geniş teraslar var. İstisnasız hepsi envai
çeşit saksı çiçekleri, ağaçlar, mini sebzelikler içeriyor. Siperlikli düz
damlar seralarla hatta gerçek çim zeminli minyatür futbol sahalarıyla kaplı.
Barselona’ya iki adım uzaktayız hissini yaratıyor. Buranın yerleşik insanları
kulenin gölgesindeki açık havada yaşıyorlar sanırım; evlerinin betonunu
yarattıkları yüksek bahçelerle kaplamışlar. Sessiz ve alçakgönüllüler. Turist
kalabalığına karışmıyorlar.
Epeyce
okulu var, bir o kadar da hastanesi. Çok dilli, çok kültürlü yapısı verdiği
eğitimde, tıbbi hizmeti sunan kurumlarında da kendisini gösteriyor. Kültürü,
şifayı dağıtmaktan kaçınmıyor. Kıyılarında gözlemlenen cömertlik semtin iç
bölgelerinde aynen devam ediyor. Eli açık, sıkmayacak kadar ciddi,
bıktırmayacak kadar pervasız, kendine güvenen bir yer burası. Gerçek şehir. Hep
merkezde bulunmuş; hala öyle.
Karaköy
eski olsa da canlılığı nedeniyle eskiyemiyor. Şimdilerde limanında kocaman, çok
katlı yolcu gemileriyle birbirinden güzel yatları kabul ediyor. Ne yazık ki her
gün defalarca gelip giden şehir hatları vapurları için sadece derme çatma bir
iskelesi var. İstanbul Modern ve antrepolarındaki sergiler onu yeni bir ilgi
odağı haline getirdi. Halen finans merkezlerinin en önemlilerinden aynı zamanda
Perşembe Pazarı’nın varlığı sayesinde devasa bir nalburiye. Herkesi çekecek bir
özelliği var. Verici olduğu için en tutucu dönemlerde bile ortalamadan farklı
özellikleri hoş görülmüş, değiştirilmek için fazla üzerine yüklenilmemiş. Ancak
son günlerde renkli kişiliğinin üzerine düşürülmeye çalışılan korkutucu bir
gölge var: Galataport projesi! Kimliğini gerçekten kaybetme riski ile karşı
karşıya.
Bu
hafif dağınık ama çekici ve üretken semt, tüm binaları otel, tüm ticareti
turizmden ibaret bir Karaköy’e dönüşmemeli.
1 yorum:
Çok harika bir tanıtım yazısı olmuş, Ankara lı biri olarak tüm İstanbul u gezip en çokta Karaköy-Galata taraflarının büyüsü altında kalmış biriyim...O farklı doku farklı kültürlerin birleşiminden meydana geliyor, bir yeri zenginleştirende içindeki farklı renkler değil mi sonuçta? şuan tek tip insan ve şehir dokusu yaratmaya çalışanlar, bu zenginliği bu sihirli dokuyu AVM lerle büyük ticari limanlarla yok etmeyi nasıl göze alabilirki??
Yorum Gönder