Mekan
portrelerine kıyılardan devam edecek olursam satışı gündeme gelmeyen tek bir
yer bulamayacağım korkusu içimi sarmaya başladı. İşte Araf’ta bekleyen biri
daha!
Eskiden
burun denirdi, topraktan incecik bir uzantıyla ana karaya bağlanırdı; yaklaşık
yirmi beş yıldır ada. Kadıköy’ün en çıkıntılı parçası. Tarihi yarımadadan, sur
içinden bakıldığında başını uzatmış etrafı kolaçan eden yaramaz, sevimli bir
çocuğa benziyor.
Bizans
döneminde, Osmanlı zamanında saraylıların konaklarına ev sahipliği yapmış. Ahşap
yapılar tıpkı pek çok başka İstanbul köşesinde olduğu gibi yanarak
kaybolmuşlar. Atatürk’e yazlık konut yeri olarak teklif edildiğinde ise: “Burası
tek kişi için fazla, daha çok insan yararlanmalı. Halka açık alan olarak
kalsın,” yüce gönüllülüğüyle karşılaşmış. Ata için Florya köşküne bundan sonra
karar verilmiş.
Marinalardan
ayrı düşünülmesi mümkün değil. Fenerbahçe ve Kalamış yat limanları yapılırken akıntının
sağlanması, demirleyen tekneleri çevreleyen suyun temiz kalabilmesi için adalaştırılmış.
Girişine uzanan kaldırımlı, hafif bombeli, zarif köprüsü ile hem yayaları hem araçları
kabul ediyor. Ancak taşıtların içerilerde dolaşmaları yasak, onlar hemen
soldaki otoparkta beklemek zorundalar. Şehrin göbeğinde egzoz kokusundan, motor
ve korna gürültüsünden tümüyle arınmış saklı bir cennet.
Spor
tesislerine ek olarak en önemli varlığı parkı. Burası Turing’in eseri; rahmetli
Çelik Gülersoy’un klasiği. Yüzyıllık ağaçları bakımsız, arazisi toz toprak, her
yanını çalılar bürümüş sıradan bir mekan iken, 1990 yılında, yedi ay gibi kısa
bir sürede Anadolu yakasının en göz alıcı parkı halinde düzenlenivermiş. Yüzden
fazla yeni ağaç dikilip korulaştırılmış. Yürüyüş yolları, geniş çimenlik
alanları, yeşile basıp dolaşmayı engellemeyen çiçekleri, gövdelerinin altındaki
levhalarda anıt oldukları ve yaşları yazan geçmişin tanığı ağaçları,
birbirinden güzel beş kafesi ile herkesi etkilemeyi başarıyor.
Hani
bizde çoğu parkın açılış ve kapanış saati vardır ya, adada yok. İsteyen sabahın
köründe gelip parkurlarında hızlı adım on tur atıyor, isteyen hava karardıktan
sonra en ucundaki setlere oturup yıldızların ışığında Marmara’yı seyrediyor. Kimsenin
kimseye bir şey dediği duyulmamış. Sataşmaya, çirkin bakışlara rastlanmıyor.
Hatta yürüyüş yapanlar karşı karşıya geldiklerinde uygar dünyanın diğer
insanlarıyla aynı şekilde, belli belirsiz selamlaşıyorlar.
Üzerine
basılma özgürlüğü kısıtlanmamış bakımlı yeşil örtüsü esas olarak çocuklara, kedilere
bir de kargalara ait. Otoparkı geçip taşlı yolunda biraz ilerleyerek sola, denize
doğru dönülünce Prens adaları birbirlerine çok yakın, ardı ardına yerleşmiş de birinden
diğerine atlayıvermek mümkünmüş gibi görünüyor. İşte o kısımdaki tahta masa ve
sıralar hafta sonu kahvaltıları, akşamüzeri çay sohbetleri için ideal.
Bakınarak dolaşırken İstanbul’un Marmara mavisi çevresindeki yumuşak hatlarının
genel bir eskizini belleğe çizivermek neredeyse her ziyaretçinin zevki.
İsmi ile yüzde
yüz uyumlu bir mekan: ‘Fenerbahçesi’. Osmanlı döneminden önce Tanrıça Hera’ya
adanmış bir tapınakla kayalıklara kondurulmuş ateş kulesine sahipmiş. Adını
aldığı fener, ilk kez Kanuni Sultan Süleyman zamanında düzgün şekilde inşa
edilmiş ve günümüze değin iç denizin gece karanlığında seyreden gemiler,
balıkçı motorları hep onun ışığını arar olmuşlar.
Lodos yoksa
çevresi yelkenli dolu. Yazın kayalarının üzerinden suya atlayanlar epeyce. Bazı
kafelerinde kısık sesle klasik müzik çalınıyor. Kısacası keyifli. Gürültüsüz
ama kulağı besleyen sesten arınmış değil. Sakin olmasına rağmen sıkıcı bir
hareketsizliği hiç yok. Koca metropolün karmaşasından hızlıca uzaklaşıp nefes
alabilmek için yaratılmış. Duyarlı insanlar tarafından tüm kentliler için
hazırlanmış. Konukları da değerini biliyor, hoyratça kullanmıyor, özenle
bakıyor.
Kentin yüz akı
Fenerbahçe adası öylesine etkileyici ki rant peşindekilerin fazlaca iştahını
kabartmış. Bu yılın Mayıs ayında resmi gazetede hakkında yayımlanmış tehlikeli
bir karar var. Kalamış yat limanı ile birlikte özelleştirilecek! Yine kimlere
otel, kimlere alışveriş merkezi olarak dönüştürülmesi planlanıyor acaba?
İstanbullular,
Atatürk’ün kendilerine tüm içtenliğiyle layık gördüğü bu eşsiz toprak parçasına
Gezi parkı kadar sahip çıkabileceklerler mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder