Kırlık, geniş
bir alan. Aralarda kendiliğinden bitivermiş tek tük meyve ağaçları var, dut
veya incir olabilir. Issız değil de sessiz; kent ötede, yarım saatlik yürüme
mesafesinde. Değişik doğrultularda açılmış patika yollar toprağın üzerinde
incecik çizgiler halinde uzanıyorlar. Gün ağarırken çiğ tanelerinin ıslattığı
bitkilerden hoş kokular yükseliyor. Herhangi bir aydınlık İstanbul sabahında
kuşlar cıvıldaşıyor, tembel kaplumbağalarla meraklı fındık fareleri otların
doğal örtüsüyle gizlenmiş, yiyecek arıyor. Orta yerdeki kocaman, uzun, ağır,
üzeri pütür pütür taşın dibine kadar gidiyorlar. Derken uzaklardan nal sesleri
duyuluyor, atlılar tozu dumana katarak yaklaşıyorlar. Ortamın küçük sakinleri
oraya buraya kaçışarak meydanı insanlara bırakıyorlar. Gelenler saraylı erkanı.
En baştaki kaftanlı, tuğralı olanı padişah. Aslında bahtsız bir adam: III.
Selim. Amcasıyla amcaoğlu arasında hüküm sürüp öncesindeki çocukluk ve sonrasındaki
orta yaşlılık yıllarını tutsak olarak geçirmiş, sonunda da boğdurulmuş. Diktirdiği
nişan taşına etrafındaki kalabalığın tanıklığında ateş ederek gün boyu atış
talimi yapmak için buraya geliyor. Öyle uzun kalıyor ki öğle ve ikindi
namazlarını rahat kılabileceği bir mescid bile inşa ettiriyor. Zaman, on
sekizinci yüzyılın sonları.
Bir
‘alamet’in çevresinde gelişen semt: Nişantaşı. Abdülmecit’in bölgeyi iskana
açma buyruğunu taşa yazdırması, mescidin Teşvikiye Camii haline gelmesi,
Osmanlı hanedanının ikamet yeri olarak önce Dolmabahçe’ye sonra Yıldız’a
taşınması, Pera’ya yakınlığı zenginlerin, yüksek düzeyli devlet memurlarının
yerleşmek için tercih ettikleri yer olmasındaki başlıca etkenler. Patikalar
düzenli caddelere dönüşmüş, modern, gösterişli apartmanlar inşa edilmiş. Artık
on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındayız.
Şehirleşmeye
başladığı andan itibaren ‘burjuva’; en temel özelliği bu. Karakterinde istikrar
var. Maddi sıkıntıyı hiç tatmamış olanların mekanı. Özgüvenli. Sonradan
görmeleri kabul etmiyor. Gerçek sakinlerinin eskiden olduğu gibi günümüzde de
önemsedikleri yaşam kuralları var. Bir kere dışarıda yüksek sesle konuşulmaz. Yerlere
asla çöp atılmaz, sokakta simit yenmez, çekirdek çıtlatılmaz. Taze, lezzetli
hamur işleri satan dükkanlardan alınan kurabiyeler poşete değil, kesekağıdına
konulur. Genellikle küçük ve giysili köpekler dolaştırılırken bir elde naylon
torba vardır, kakalar geride bırakılmaz. Mutfak alışverişine pek çıkılmaz,
siparişle getirtilir. Yıllanmış, kaliteli ayakkabı – çanta mağazalarına önceden
telefon edilerek, tenha olup olmadığı öğrenilerek sabah saatlerinde uğranır.
Beğenilen malların fiyatı sorulmaz, pazarlık yapılmaz. Marka giysiler
gerçektir, çakmaya rastlanmaz. Resim galerisi sahipleri, antikacılar, pulcular,
müzayedeciler buranın köklü, iyi kazanan, görgülü ticaret erbabıdır,
karşılaşılınca selam verilmeden geçilmez.
Trafiği hemen
her zaman durma noktasında, park yeri bulunmayan, buna rağmen yine de arabayla
gidilen semttir. Kaldırımları düzgün ama dardır. Apartmanları eski de olsa
bakımlıdır. İçlerindeki asansörlerin çoğu nedense çift kapılıdır. Meşhur hastanesi
öylesine pahalıdır ki pek çok özel sigorta şirketi anlaşmalı kurum listesine
dahil etmez. Lokantaları, kafeleri küçük ve şıktır. Nişantaşı’nda her şey, herkes
şıktır zaten. Ne kadınların ne de erkeklerin elbiselerinde tek kırışık yoktur,
lekelenmezler. Rüzgarda, yağmurda falan saçları bozulmaz. Ayakkabıları çamur
olmaz, çorapları kaçmaz. Sıcakta hiç ter kokmazlar. Tersine, yerli kalabalığın
arasında parfüm dükkanında dolaşılıyormuş gibi hissetmek mümkündür.
Mimarisiyle
semte uyumlu, ışıltılı alışveriş merkezinin üst katındaki ‘mahalle’ lükstür.
Sinema salonlarının koltukları diğer İstanbul sinemalarınınkilerden geniştir.
Buranın camlarından görünen manzara semtin ana hatlarıyla, hatasız bir eskizini
çizer: Bitişik nizam, beyaz, Fransız balkonlu binalar, örtülü perdeler,
yeşilliksiz sokaklar, son model arabalar, güzel insanlar. Kozmopolit değil;
kendisinden olmayana tümüyle kapalı. İstanbul’un geneline yabancı. Renksiz
fakat zevkli.
Nişantaşı,
aileden zengin mirasyediyle kaldırım mühendisini birbirinden ayırabilir. İlkine
kucağını açar, ikincisini ne yapar eder kendisinden uzaklaştırır. Paraya
bayılır ancak görgülü olması şartıyla. Sıradan kentlilereyse sadece dekor
olarak katlanır.
İstanbul’un kendine
has, kişiliği kemikleşmiş, esas parçalarından biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder