Kızıltoprak’tan
Bostancı’ya… Bugünün Bağdat Caddesi ya da sadece ‘cadde’ burası işte. Yeniyetmesinden
ruhu otuz ikilik yetmiş yedi yaşındakine kadar tüm kadın ve erkeklerin piyasa
yaptığı yer. Her iki cinsin toplu gösteri merkezi. Markaların defile alanı. İstanbul’un
en pahalı dükkanlarının, en iddialı lokantalarıyla kafelerinin bulunduğu, en
meşhur doktor ve diş hekimlerinin muayenehane açtığı Kadıköy parçası. Öykünmeciliğe
pek yüz vermeyen Anadolu yakasında ‘mış gibi’ yapmanın doğal sayıldığı,
müdavimlerinin asla kendileri gibi davranmayıp bunu ayıp addettikleri mekan.
İstanbul’un Türkiye genelini temsil etmeyen, batılı ölçülerde burjuva olmaya var
gücüyle uğraşıp ucundan kaçıran bölgesi.
Avrupalı Nişantaşı’na boğazın doğu tarafındaki
alternatif diye düşünenler çok. Ancak burası bir semt değil, öncelikli olarak
‘yol’. Dolayısıyla tarihi köklü denir ya; öyle işte. Bizans devrinde ticaret
kervanları bir de fetih peşindeki büyük ordular tarafından kullanılmış. IV.
Murat döneminde Bağdat’ı geri almak için yapılan sefere çıkan Osmanlı askerlerinin
kat ettiği güzergah olmuş. Dönüşte, zafer sevinciyle şimdiki adını almış. Daha
uzunmuş elbette; Üsküdar’dan çıkıp Kuşdili çayırından geçer, Bostancı’ya
ulaşır, Pendik’te bitermiş. II. Abdülhamit’in hükümdarlığı sırasında ise
sarayla bağlantılı zenginlerin köşkleriyle konaklarına ev sahipliği yaparak
nezih bir meskun muhit olma yolunda yavaş yavaş ilerlemeye başlamış. Günümüzdeki
popüler kısmı ortadaki dokuz kilometresi; geçmişten o kadar farklılık
kaçınılmaz.
İyice
tanındığı on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki masalsı haline bir bakalım: Arnavut
kaldırımlı şık zemininde tıngır mıngır ilerleyen faytonlarla gerçek burjuva
konutlarına ulaşılan, gül kokulu dar sokaklarının yokuş aşağı denize inip
yalılarla buluştuğu güzel, bakımlı, uzun bir cadde. Yirminci yüzyılın ilk
yarısında yani arabalar ortaya çıkıp yaygınlaşmaya başlayınca parke taşları
sökülüyor, asfaltlanıyor. Tam ortasından tramvay geçiyor. Süslü at arabaları
tümüyle bitmiyor, belli bekleme noktalarında duruyorlar. Yürüyerek değil de
daha rahat bir şekilde piyasa yapmak isteyenleri aşağı yukarı dolaştırıyorlar.
Ahşap köşklerin bazıları yanıyor, bazıları yıkılıyor, yerlerine az katlı
apartmanlar yapılıyor. Beyoğlu’na benzer bir alışveriş tarzına uygun dükkanlar
açılmaya, lokantalar, pastaneler boy göstermeye başlıyor. Trafiği iki yönlü;
üzerinden doğuya da batıya da gitmek mümkün. Ağırbaşlı, temiz, zor beğenir,
okumuş yazmış, aileden zengin, görgülü ama biraz şımarık bir kişiliğe bürünüyor.
Bugün
için iki ucu, Kızıltoprakla Bostancı kısmen alçakgönüllü, ortası yani
Caddebostan ve çevresi şişkin egodan, gösteriş tutkusundan muzdarip
denilebilir. Öğrenimini tamamlamamış gençler birbirlerine bazı çalışanların
aylık maaşını aşan marka giysilerle hava atarken kahkahalar etrafta uçuşmakta.
Hepsi yurtdışı deneyimlerinden, gidip de dönmeme hayallerinden bahsetmekte;
anne babaları gönderecek. Ama ne üretecekleri konusunda pek fikirleri yok. Orta
yaşlılar çok şık, çok bakımlı. Kadınların yüzde elliden fazlası plastik
cerrahinin acılı fakat aynaları gülümseten dünyasını deneyimlemiş. Erkekler
vücut geliştirmenin üst sınırında, pazıları patlamak üzere. Arada sırada
ünlüler göze çarpıyor; ünsüzlerden sakınmadan yan yana gezip oturuyorlar. Çünkü
burada herkes kendisini ‘en’ önemli sayıyor, onlara aldıran yok. Paparazziler
de caddeye öyle fazla rağbet etmiyorlar. Konuşmalara kulak verilecek olursa üç
yüzü aşan kelime hazinesini yakalamak nadiren mümkün. Otun tozun bol bulunduğu
söylentisi hakim, tabii el altından. Buranın pahacı mağazalarında çalışan
tezgahtarlar, çoğunluğu işyeri olan apartmanların kapı görevlileriyle
çocukları, mütevazı semtlerden gelen sekreterler, garsonlar, temizlik işçileri kendilerini
hülyalı havaya uydurmaya çalışıyorlar. Herkes birden herhangi bir değerin değil
paranın, sadece paranın geçerliliğini dayattığı bu yolda ileri geri salınıp
duruyor. O kadar ki, hafta sonları tuttukları takımı destekleyenler stada
topluca yürümek isterlerse veya adı sanı belirsiz bir koşu ya da bisiklet
yarışı falan yapılacaksa (daha geniş, uzun, rahat, şehrin olağan yaşantısını
kesintiye uğratmayacak başka cadde yokmuşçasına) önceden cılız bir duyuru ile
araç geçişi aniden kesilebiliyor da kimseler ağzını bile açmıyor. Hepimiz
anadan doğma sportmeniz ne de olsa! Zaten gece on ikiden sonra da burada değil
miyiz? Daha BMWlerimizle yarışacağız, sabaha çok var. Yeter ki eğlence
bitmesin, bir gün daha rüya gibi aksın, silinip kaybolsun; hiç uyanmayalım.
Ortasından
tramvayı, altından metrosu geçseydi, trafiği son yıllardaki gibi tek yönlü
değil de hem doğuya hem batıya aksaydı, birkaç eski köşkü, konağı geniş
bahçelerindeki meyve ağaçlarıyla birlikte korunup restore edilebilse,
müzeleştirilebilseydi, deniz tarafındaki incecik sokakları sahil yolu denilen
dolgu asfalt yerine doğrudan parklaşmış yaya ve bisiklet parkurlarıyla yalılara
inebilseydi yine zenginliğini korur, sürdürürdü de bu kadar kimliksizliği,
narsizmi, boş vericiliği barındırır mıydı acaba?
Cadde,
yarattığı ışıltılı refah yanılsamasıyla çok çekici. Ama İstanbul’da dolu dolu
var olan geçmişin üzerine şimdiyi inşa edememenin tipik kurbanlarından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder