İlk bilinen
adı Kalkedonya (Körlerin Ülkesi) olan Kadıköy’ün ‘agora’sından bahsetmek
istiyorum. Bir ucunda Karaköy – Eminönü, diğer ucunda Beşiktaş ve deniz otobüsü
iskeleleri, ortasında Atatürk heykeli, yol kenarında Haldun Taner sahnesi olan
mekandan değil; orası çekirdek. Gerçek meydan, gerinen bir kedi gibi uzanmış
kollarıyla çarşı içine giriyor, Bahariye’ye kadar çıkıyor, Rıhtım caddesinin
ardında otellerin, eski ahşap evlerin arasındaki dar sokaklara dalıyor, hafifçe
Haydarpaşa’ya doğru ilerliyor. Tam anlamıyla bir toplanma yeri. Bu açıdan
Taksim’den bile ileride.
Geçmişi
pek bilinmeyen bir alan burası. Ama sanki ruhu var; ‘Kadıköylü’ denilenlerin
kimliğini içselleştirmiş. Pek çok başka kent parçası, yüklü tarihleri ile orada
yaşayanlara kişilik kazandırırken burada olay tam tersi. Onu anlamak için önce
Kadıköy’ün yerleşik insanlarını biraz tanımak lazım.
İstanbul’un
Anadoluluları sayılmalarına rağmen taşralı özelliği taşımazlar. Yani kökenleri
ne olursa olsun duygusal anlamda büyük şehrin yerlisidirler. Bu nedenle içe
çekilme, hemşerilik veya akrabalık ilişkilerine sıkı sıkı sarılıp çevreyi
dışlama, tek başına hareket edememe gibi kısıtlayıcı özellikleri yoktur. Özgüvenlidirler.
Hem yakınlarıyla hem de az tanıdıkları kişilerle dengeli ilişkiler kurarlar.
Oturdukları yeri benimsemişlerdir. Semtlerini sahiplenirler ve sokaklarının
çöpünden başıboş hayvanlarına, uygunsuz kentsel dönüşüm planlarından ulaşım
altyapısına kadar her şeyiyle ilgilenirler. İstanbul’un en çok okuyan, tiyatro
ve konsere giden sakinleridir. Zengini çoktur fakat sonradan görmesi azdır. Okuyup
yazarak, çalışıp çabalayarak ortalamanın üzerinde gelir elde edenlerin önemli
bir kısmı Kadıköy’de oturur. Bu nedenle eğitime önem verir, tembelleri
sevmezler. Çoğu sözünün eridir. Farklılıklara karşı hoşgörü sahibi ama kuralsızlığa
ödün vermeyen kentlilerdir. Avrupalı İstanbul’da sıklıkla gözlemlendiği gibi
öykünmeci ya da boş verici değildirler. Bu koca metropolü kısmen uygar kılan
esas kitle Kadıköylülerdir demek pek de abartılı olmaz sanırım.
İşte
meydan böyle özellikler taşır. Vapurdan inip betonuna ayak basıldığı andan
itibaren baskın insani özelliklerini hissettirir. Barışçı bir kimliktir ortaya
serilen; cıvıl cıvıl, hayat dolu, hareketli. Yerine göre şakacı, yerine göre
ciddi. Dürüst, göründüğü gibi, ufku açık. Hızla işine koşuşturanlar, alışveriş
yapanlar, çarşı lokantalarında yemek yiyenler, parklarda dinlenenler,
sahaflarda kitap arayanlar, sinema salonlarında film izleyenler bu
yaşayanlardan gelip yine yaşayanlara dönen dinginliği fark ederler. Sonuçta burası
çok güçlü bir toplanma alanı olup çıkar.
Herkesin
içinde yer almak istediği, başkalarıyla uyumu sergileyebileceğini ümit ettiği
mekandır. Özellikle sosyal adalete inananların toplantı yeridir. Bir milyon
kişiyi ağırlayabilecek kadar geniştir; Gazdan Adam Festivali’nde görüldü.
İstanbul için özellikle Taksim ve çevresinde şekillenen toplumsal beklentilerin
benimsenip içselleştirildiği, bir adım öteye taşınıp mutlu gelecek hayallerinin
beslendiği merkezdir. Değişik ilçelerden gelenleri harmanlayıp kendi
insanlarıyla tanışmalarını, kaynaşmalarını sağlar. Herkese kucak açar çünkü
büyüktür, çok büyük, çok candan, manzarası muhteşem, sokakları sevimli, yiyecek
içeceği bol ve bonkördür.
Coşku
yarattığı, mıknatısı andırdığı için elbette ki herkesin dikkatini çekmekte.
Eleştiri kültürü gelişmemiş olanlarca bozulması için gayret gösterilmeye
başlandı bile. Haydarpaşa’nın özelleştirilmesi projesi içerisinde şu bir
tanecik tam anlamıyla agoramızın da ‘fuar ve panayır alanı’ yapılması
planlanmış. Atatürk heykeli kaldırılıp dönme dolap falan yerleştirilecek. Bu
tip dönüşümlerde kondurulması kaçınılmaz alışveriş merkezi elbette inşa
edilecek. En önemlisi birçok küçük parçaya bölünecek. Böylece kalabalık biber
gazına, tazyikli suya gerek kalmadan dağıtılacak.
Meydan elden
giderse Kadıköy ruhunu kaybeder, İstanbul ise ciddi anlamda sakatlanır diye
düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder