Türkiye’nin en
ünlü caddesi hangisidir diye sorulsa yüz kişiden doksan beşinin söyleyeceği
isim İstiklal Caddesi olur sanırım. Pera’nın yani ‘karşı yaka’nın uzun, ince
çizgisi. Ülkemizin tartışmasız en kozmopolit yeri. Günde üç milyona varan
insanı barındıran ya da daha doğru bir deyimle içinden geçiren mekan.
Bizans
döneminde bahçelerin, seyrek bağ evlerinin çevrelediği bir patikadan öteye
gitmiyordu. Osmanlı zamanında ise gayrimüslimlere tanınan imtiyazlarla
Galata’dan taşan zengin tüccarların işyeri olarak gelişmeye başladı. İnşa
edilen elçiliklerle, kiliselerle birlikte önemi günden güne arttı; İstanbul’un
Avrupalı yüzü haline geldi. On dokuzuncu yüzyılda ihtişamı doruk noktasına
çıktı.
Gerçek
ününü Tanzimat’a bağlayanlar çok. Burası, kafasındaki fesle Batılı olmaya
öykünen Osmanlı erkeklerinin Frenk usulü yaşamı tatmaya çalıştıkları Cadde-i
Kebir. Fransızlardan sonra Rusların yoğunlukla göç edip alışkanlıklarını
taşıdıkları, dükkan açtıkları asıl merkez. Müslüman kadınların Üsküdar’dan
başka, uçuşan uzun etekleri ve peçeleriyle piyasa yaptıkları yegane yer.
Cumhuriyetin
ilk elli yılına cadde açısından bocalama devri demek doğru olabilir. O topyekun
yerleşik Latin kimliğini yitirip Türkleşiyor ancak eski güzel yapıları, zevkli
pastaneleri, renkliliğine büyük katkıda bulunan insan dokusundan özellikle Rum
ve Yahudi esnafı korunamıyor; hoyratça oraya buraya savruluyor. Bir kırkayağın
incecik bacakları benzeri sağlı sollu uzanan dar sokakları, toplumdışı işler
yapan kişilerin barınağı haline geliveriyor. Sıradan insanlar İstiklal’de
yürümeye korkuyor. Fakat bu ürkütücü durumu çabuk atlatıyor. Trafikten arınıp
binaları restore edilince yavaş yavaş toparlanıyor. Tekrar güven kazandırıp
kalabalıkları kendisine çekmeyi başarıyor.
Galiba
‘yol’ olduğu için geçmişinden bu kadar uzun bahsettirdi; asıl bugün yarattığı
izlenime değinmek gerek. Onun için alışveriş, finans, yeme içme, eğlence ve
kültür merkezi denmeli. Kısacası kent yaşantısının merkezi. En ucuzundan en
pahalısına giyim mağazaları, ayakkabıcılar, bankalar, büfeler, kafeler,
tatlıcılar, lokantalar, barlar, kulüpler, meyhaneler, sinemalar, tiyatrolar,
sergi salonları, kitapçılarla dolu. Taşlarının üzerinde yürümemiş İstanbullu,
nostaljik tramvayının fotoğrafını çekmemiş turist yok gibi. Bazıları çok amatör
bazılarıysa değme konser salonunda resitale çıkanlardan daha profesyonel sokak
çalgıcıları on adım arayla her türlü müziği seslendiriyorlar. Biraz karışıklık
oluyorsa bile pek önem taşımıyor çünkü İstiklal’in özelliği bu. Tüm protestocular
burada, çoğunluğu Galatasaray Lisesi’nin önünde. Her gün ama en çok Cumartesi
ve Pazar günleri Tünel’den çıkılıp Taksim’e doğru ilerlenmeye başlandığında
hıncahınç bir kalabalığın arasına karışılıyor. Fırsat bulunup başlar yukarıya
doğru kaldırıldığında ise o güzelim cumbaları beyaza boyalı, eski fakat
bakımlı, bitişik nizam, fazla yüksek olmayan, alttan ikinci katları arada
sırada çiçeklerle bezeli, çeşit çeşit balkonlu apartmanları görülebiliyor.
Caddenin ortasından, tramvay hattından yürümek en iyisi, en kolayı. Nasılsa
kırmızı tramvayımız çok yavaş, sıklıkla çın çın öterek nerede olduğunu belli
ediyor, altında ezilmek imkansıza yakın. Ancak bazen rayların yol
olabileceğini, kendilerinin de her yerden geçebileceklerini çevreye duyurma
ihtiyacındaki polis arabalarına rastlanabiliyor. İşte onlara dikkat etmek
gerek. Bir de gün ortasında dolaşan çöp kamyonlarına. Yayaların arasına dalan kaplumbağa
hızlı, gürültülü belediye süpürgesi sadece can sıkıyor. Trafiğe kapalı caddede
‘kurallar delinmek için konulur’ Türk anlayışı uyarınca hafif bir araç
yoğunluğu mevcut elbette.
Gezi
Parkı direnişi sırasında İstiklal Caddesi’ne çok iş düştü. Öncelikle
direnişçileri çağırdı; ara sokaklarına kaçmalarını, kepenklerinin ardına
sığınmalarını, seyyar tezgahlarından gaz maskesi bulup kısmen korunabilmelerini
sağladı. Sonra istemeden de olsa polisleri kabul etti. Postalların ve özellikle
tomaların, akreplerin altında ezildi. Bu arada gaz kapsüllerini yuvarlayıp
kenarlara itti, birikintiler oluşturan kırmızı suları çabucak buharlaştırıp
üzerinden atmaya çalıştı. Nefes alıp vermeye benzeyen toparlanıp dağılma
hareketinin merkezinde yer aldı. Haksızlıklara başkaldırı açısından on
yıllardır çoğalttığı deneyimi ve hoşgörüsüyle Gezi’nin o güçlü meydan okumasını
(bence) kucakladı.
Şimdi
geçmişinde olduğu ve hep olması gerektiği gibi sivillerle güvenlik güçleri
karşılaştıklarında üniformalılar adımlarını yavaşlatıyor, öncelikli geçişi her
milletten yayalar alıyor. Devingen, sağlıklı yaşam, asık suratlı
kimliksizleştirme girişimini yendi; İstiklal caddesinin özü yani ticaretle
eğlence ise tüm hızıyla devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder