Üç – beş kavak
ağacı dışında hiç yeşilliği olmayan, düzensiz ve plansız yapılmış çirkin
binalar karmaşasıyla, çıldırtan trafiğiyle ünlü Ümraniye’den bahsetmek
istiyorum. İstanbul’un en yüksek tepesinin eteklerinde bir yayla aslında. Bu
çevrelerdeki en geniş yayla. Kadıköy’e, Beylerbeyi’ne yokuş aşağı neredeyse iki
adım mesafede. Yerleşime öylesine uygun ki talan edilmiş.
Bugünkü
haline gelmeden çok uzun yıllar önce Frigyalılar tarafından, onlar için kutsal
sayılan çam ormanlarıyla donatılmış. Adı: Ormaniye. Bu yemyeşil bölgeye Balkan
savaşlarından sonra doğu Avrupa’dan göçenler yerleşmiş. Esas yerlileri onlar
işte. Günümüzde torunları hala buralarda barınabiliyorlar mı yoksa kaçıp
gitmişler midir, bilemiyorum.
Üsküdar’a
bağlı alçakgönüllü bir köyken (o zamanki ismi: Yalnız Selvi; tenhalığından
dolayı böyle denmiş) nedense organize sanayi bölgesi ilan ediliyor ve Anadolu
yakasının ilginç sosyolojik tümör olgusu hızla gelişmeye başlıyor. Önce iki
katlı, bahçeli, çevresi bostan, az ötesi doğal park olan evlerin tepelerine
direkler dikilip kaçak birkaç kat çıkılıyor. Seçim zamanları izinler alınıyor
tabii. Yetmiyor, sırayla her biri yıkılıp daha da yüksek apartmanlar, siteler
yapılıyor. Aralarda bolca bulunan geniş boşluklara plazalarla AVMler
yerleştiriliyor. Yollar en sonda düşünülüyor. İnsanlar Anadolu’nun değişik
yörelerinden gelip hemşerilik temelinde, öbekler halinde yerleşiyorlar. Yan
yanalar ama ne benzerlikleri ne de birbirleriyle anlamlı bir temasları var. Topraklarından
koptukları için tedirginler, içlerine kapanıyorlar. ‘En iyi savunma,
saldırıdır’ içgüdüsüne elbette sahipler. Böylece Ümraniye en çok gasp, silahlı
saldırı, taciz, tecavüz olayının yaşandığı yer haline geliyor. Geceleri sokağa
çıkılamayan ilçe! Nüfusuyla birlikte çöplüğü de büyüyor, en sonunda Hekimbaşı’nda
patlıyor. Yaralananlar, ölenler… Bu arada otopark mafyası, inşaat sektörü, her
türlü ticaret tüm hızıyla kazanmaya devam ediyor. Bunlar öyle uzak geçmişin olayları
değil, aşağı yukarı otuz senelik hızlı bir süreç.
Kadıköy’deki
Bağdat Caddesinin Ümraniye’deki karşılığı Alemdağ Caddesi. Üç şeridiyle geniş
olduğu varsayılabilir. Fakat kullanımı şöyle: En sağ şerit park etmiş arabalara
ait, ortadaki kısa süre duraklayanlar için, soldaki ise öncelikle yayalar,
sonra da araç trafiği yararlansın diye bulunduruluyor. Plazalarda çalışan mobil
pazarlama, finans, emlak, vs. sektörlerinin temsilcilerinin hepsine birer oto
tahsis edilmiş. Ayrıca arazi zengini çok, hepsinin eşleri, kızları kapalıysa da
oradan oraya gitmek, sosyalleşmek istiyorlar; bunu yürüyerek yapacak değiller
ya! Ciplerine binip çıkıyorlar. Bir de köprü bağlantı yollarına ulaşmaya
çabalayan, işi olup da kendi arabasıyla buralara gelmek gafletinde bulunan
diğer ilçelerin acınası vatandaşları var. Hepsi birden Alemdağ’da kornalara
basarak, el – kol işaretleri yaparak, küfürleşerek falan duruyorlar. Bu caddede
insanlar araç içindeyseler asla ilerleyemiyorlar. Fiilen kapalı olduğu için
trafiğe kapatılması da gündeme geldi zaten.
Ümraniye’nin
kendine göre yazılı olmayan kuralları var. Örneğin kaldırımlarda değil de sokak
ortalarında yürümek, yere tükürmek, eldeki çantayı, poşeti yanından geçenin
neresine gelirse orasına vurmak, pencerelerden çöp torbaları atmak, her yere
geç kalmak, herkese kızmak, sık sık kavga edip yumruklaşmak olağan. Eğer
kızların türbanı, genç adamlarınsa şalvarımsı pantolonuyla tespihi varsa
ortalık yerde uzun uzun, dudak dudağa öpüşebilirler; kimse başını çevirip
bakmaz. Çarşaflı ya da maksi bej pardösülü kadınların bağıra çığıra,
çocuklarını çekiştirerek, gruplar halinde dolaşmaları yerel politika gereği teşvik
edilir. Sokak aralarındaki minik otoparklar Kurban Bayramı’nda kurban kesim
merkezlerine dönüşür, toprak zeminleri kırmızıya boyanır. Şoförler yadırgamadan
arabalarını kan gölünün göbeğine park eder, giderler. Köşe bucakta göz zevkini
okşayacak, estetik denebilecek herhangi bir tarihi doku kalıntısı bırakmak
yasaktır. Cevher Ağa Camii’nin iki barok çeşmesi de yakınlarda bu anlayışın
gereği olarak sökülmüş, yerlerine lavabo benzeri oluşumlar konmuştur. Cehennem
tasvirinde yer alabilecek trafiğinde ters yöne giren minibüsler, motosikletleri
sıkıştırmaya çalışan kamyon irileri hatta TIRlar (asla abartmıyorum) bulunması
burada ne yazık ki hayatı renklendiren unsurlar olarak kabul görür.
Ümraniye’yi
ayakta tutan, doymak bilmez hırsla yapılan alışveriş. Çoğunluğu İstanbul’un pek
çok eski ilçesindekiler kadar zengin ancak Anadolu’nun ücra köşelerinde
yaşayanlar kadar cahil yerleşikleri alıyor, alıyor. Ev eşyası, elektronik araç
gereç, giyim kuşam… Her türlü dükkan mevcut. Sinema salonuyla kitapçı yok
elbette. Çarşıda sadece kahvehanelerle kırtasiyeciler var. Bir de Karadeniz
pidecileri, esnaf lokantaları. Yiyecek işi iyi doğrusu; hem çeşitli hem
lezzetli.
Şu
sıralar metro kazıları nedeniyle iyiden iyiye karmaşası artmış. Gürültüsü
uğultu şeklinde her köşesinden yükseliyor. Canlılığına canlı ama bu özelliği maalesef
kişide rahatlık, ümit gibi olumlu duygular uyandırmıyor.
Şehrimizin
deniz görmeyen iç kısımlarının baş temsilcisi. Sözün özü: Burası da İstanbul! Güçlü
deprem olursa sağlam kalacak. Kaybolmayacak, büyümeye devam edecek. Güzel bir
kadının rahmini istila eden ur gibi. Evrimi bir gün bir şekilde yön değiştirir
mi? Tahmin etmek olanaksız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder