İki yönlü, iki
görüntülü, sanki gündüzle gecenin aynı anda ortaya çıkmasıyla kendisi olabilen
farklı bir İstanbul yüzü Süleymaniye. Gündüz kısmı, Mimar Sinan’ın eseri:
Süleymaniye Camii. Elbette ki sadece cami değil. Okullar, dükkanlar, aşevleri, hamam,
mezarlık içeren bir kompleks. İbadethane merkezde. Kusursuz simetrisiyle göz
alıcı. Göğe doğru uzanan dört zarif minaresi hem çok erkeksi hem de çok
davetkar. Ünlü. Dünyanın her yerinden ziyaretine geliniyor.
Daha
dış kapısından adım atmadan önce sakinlik ve huzur telkin ediyor. Avlunun
genişliği, ortasında dururken bile hissedilen düzgün ölçüleri, süslemesiz,
dayanıklı duvarları, kenarlarına tırmanınca külliye ile çarşı kısmının sıra
sıra uzanan küçük kubbeleriyle taçlanmış nefis Haliç manzarası insanı büyülüyor.
Caminin öyle çok penceresi var ki içerideki el halılarının renkleri sanki dün
dokunmuşçasına canlı görünüyor. Burası Sinan’ın minimalizmle en görkemli etkiyi
yarattığı mimari şaheser. Süslemelerin azlığı, binanın ve elbette çevresindeki
diğer eşlikçilerinin işlevsel güzelliğini ön plana çıkartıyor. Sadeliğin
ihtişamı! Tanrı’nın evi, Tanrı’nın karşısında basit ve sanki başını önüne
eğmiş. Fakat aynı zamanda kudretli bir hükümdarın gücünü de simgeliyor.
Bulunduğu yükseklikten hem Sarayburnu’na hem Galata’ya neredeyse tümüyle hakim.
Keskin kartal bakışlarıyla kenti süzüyor, her ayrıntıyı yakalıyor.
Kanuni’nin
ve Hürrem Sultan’ın mezarlarının burada olması mekana ayrıcalıklı bir insani
boyut, hatta romantizm katıyor. On altıncı yüzyılda İstanbul’da, iktidarın doruğunda
yaşanmış büyük aşk! Savaşlar, çekilen acılar, saray entrikaları,
savurganlıklar, yalanlar arasında birbirine yaslanan iki tarihsel kişilik. Kim
ne derse desin sevgi mutlaka vardı diye düşünüyorum.
Hamam
da aşağı yukarı cami kadar etkileyici. İç kısmının zevkli mermerleri, çinileri
değil asıl bahsetmek istediğim; hala işlevselliğini mükemmel şekilde sürdürmesi.
Üstelik İstanbul’un kadın – erkek birlikte banyo yapılabilen tek hamamı.
Turistik yönü ağır basmış durumda tabii ama tam burada olması gereken de bu.
Kişinin kendisini yüzlerce yıl öncesinde yaşıyormuş gibi hissettiği bir yer turistik
olmayacak da neresi olacak?
Geceye
(ya da alacakaranlığa) benzettiğim ‘semt’e gelince: Süleymaniye Camii olmasaydı
‘Eminönü sırtları’ diye anılacağı şüphe götürmeyen yüksekçe bir bölge sadece.
Ezik. Onun suçu değil elbette. Böylesine ayrıksı, dikkat çekici, güzel üstelik
büyük, her yerden görünür, aydınlık ve daha pek çok olumlu sıfatı adının önüne
toplayabilen kutsal mekanın gölgesinde yaşıyor. Eteklerine yüz sürüyor.
Kendisine adını bağışlayanın ihtişamına, tanınmışlığına asla yaklaşamayacağını
biliyor. Bu nedenle hem kıskanç hem biraz tehlikeli.
Bunları
nereden mi çıkartıyorum? Hadi gelin o zaman, gündüz vakti olsun, zaten gece
buralarda gezinmek fazlaca cesaret ister, sokaklara girip çıkalım, ortalıkta
dolaşalım. Kırkayağın bacakları gibi sağlı sollu uzanan daracık yollarda
dönüştürülmek üzere boşaltılmış ancak yıkılmamış, renkli hayaletler benzeri
bitişik nizam sıralanan eski, iki – üç katlı, cumbalı ahşap veya altı beton,
üstü tahta binaların kırık camlarından içerilere bakalım. Çoğu tinercilerin, olası
ot – toz satıcılarının, herhangi bir gruba kabul edilmemiş çöp toplayıcıların,
kaçak göçmenlerin, sabıkalı evsizlerin barınağı. Kapıların önlerine uzanmış
etrafa göz gezdiren sarı tüylü, uyuz görünümlü, kara suratlı, çirkin bakışlı,
birbirinin kopyası olacak kadar aynı köpekler mahallenin olmazsa olmazları.
Henüz normal sınırlardaki meskunluğunu kaybetmemiş alçak, döküntü apartmanların
sahipleri belli değil, kiracılarıysa genellikle Anadolu’dan İstanbul’a inşaatlarda
çalışmaya gelen gençler. Dairelerin odalarında on – on iki kişi bir arada kalıyorlar.
Pek temiz yıkanamamış ancak öyle böyle kokusundan arınmış çamaşırlarını bir
pencereden diğerine uzatarak bağladıkları iplere asıp kurutuyorlar. Adı sanı
duyulmamış aşırı dinci tarikatlar alacakaranlıktan sonra bodrum katlarında
ayinler düzenliyorlar. Gri ya da siyah cübbeli, takkeli, şalvarlı, çatık kaşlı,
mutlaka siyah sakallı müritler bu eylemleri el ilanlarını tarihi duvarlara
yapıştırmak suretiyle çevre halkına duyuruyorlar.
Daha
uzatmak mümkün ama gerekli değil. Süleymaniye’nin şizofrenik kişiliği onu
adlandırırken bile zorluk yaratıyor. Ne tek başına cami denebiliyor ne de
mahalle. Çekerken itiyor, aydınlatıp huzur verirken ürpertiyor, güzellikle
çirkinliğin kardeşliğini apaçık sergiliyor. Her yeri gezilip dolaşılabilir
fakat bütünlüklü olarak kavranamaz diyebileceğim bir ilginç İstanbul parçası.
Dönüşüm
tamamlanır, binalar restore edilir ya da aslına uygun olarak yeniden yapılırsa
ürküten özellikleri kısmen evcilleşir, bölgenin çekiciliği artar diye
düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder