Bir mekan
düşünün ki Marmara’yı Atlantik gibi engin algılatıp Prens adalarını üzerlerine
büyüteç tutulmuşçasına iri endamlı gösteriyor. Üstelik bu iç denizden bozma
okyanusun çıkışına İstanbul siluetinin gerçek figürlerini yerleştirmiş, bakana
iç geçirtiyor. Yani kesintisiz, muhteşem bir manzara sunuyor. Ana karadan suya
doğru birkaç adım attığı için böyle yapabiliyor. Kadıköy’ün ikinci en çıkıntılı
bölgesindeyiz; Moda Burnu’nda.
İki
kelimeyle tarif etmek gerekirse: Sessiz, sakin. Çarşı’nın, iskelenin koşuşturan
kozmopolit kalabalığı biz buraya gelirken sağa sola dağılıp eridi. Dolmuşların
yolu bitti, arabalar otoparklara girip ortalıktan çekildi, otobüsse bu kadar
uca gelmiyor zaten. Araç gürültüsünden arınınca ortalığı huzur kapladı. Tenis
kortunun yanından geçerken biraz duraklayıp sporculara göz atmak, toprak
zeminde sıçrayan top seslerini duymak mümkün. Çoğunluğu kaldırım hizasının
aşağısında, çevreleri yeşilliklerle kaplı kafelerle mini lokantalardan müşterilerin
keyifli mırıltıları yükseliyor. Buralı oldukları tertemiz ve yeterli beslenmiş
hallerinden belli, ağırbaşlı üç – beş kedi orada, burada güneşleniyor. Meşhur,
geniş çay bahçesine simidini, poğaçasını alan gelmiş, oturmuş. Garsonlar
kocaman tepsilerle durmaksızın sıcak, tavşankanı çay dağıtıyorlar. Burası sabah
yediden gece ikiye kadar açık. Tüm günlerdeki ayrı zamanların, her saatin
müdavimleri, gelip geçici ziyaretçileri birbirinden farklı. Kimi dönerken
merdivenlerden kıyıya, parka iniyor, hemen denizin berisindeki banklarda veya
mendireğin taşlarında biraz daha oturup şehrin göbeğindeki bu saklı cennette
geçirdiği vakti uzatmaya çalışıyor.
Söylentiye
göre aslında Kalkedon şehri Fenikeliler tarafından ilk olarak Moda burnunda
kurulmuş. Karadeniz kıyılarındaki diğer kentlerine gitmeden önce ikmal
yaptıkları, gereksinimlerini karşılayıp eksiklerini tamamladıkları yermiş. Yani
durakladıkları, şöyle bir soluk aldıkları, güç topladıkları yer. Toparlanma,
kısmen arınma bölgesi. Ya o antik zamanların etkisi yirmi birinci yüzyıla
yansımış ya da mekanın sıra dışı etkileyiciliği insanları binlerce yıl
öncesinde de sonrasında da aynı şekilde davranmaya yönlendirmiş; tahmin etmek
kolay değil.
Doksan
beş yıllık iskelesi hala ayakta hatta az da olsa kullanılıyor. Osmanlının can
çekişme dönemlerinde kurulmuş olan İngilizlere ait yat kulübü evrimini Türk –
İngiliz kulübü, Su Sporları Kulübü, sonunda Atatürk’ün talimatıyla Moda Deniz
Kulübü olarak tamamlamış. Hala varlığını sürdürmekte. Eski ahşap iskeleler
üzerine inşa edilmiş ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da kadınların
mayoyla denize girip yüzdüğü en belli başlı yerlerden olan Moda Kadınlar Plajı
ise ne yazık ki harap olup yıkılmış. Keşke o da bugünlere işlevsel olamasa bile
simgesel bir yapı olarak kalabilseydi! Anımsayanlar ölüp gidince resimlerine
bakmak (araştırma yapanların dışında) kimin aklına gelecek? Bir semte, bölgeye,
binaya özellik kazandıran, derinlik sağlayan, kimliğini veren yarı yarıya geçmişinden
taşıyıp getirdikleri değil midir?
Moda
burnunun resminde öncelikle romantizm var. Yani içine kısmen hüzün karışmış
güzellikle sevecenlik. Artık kırk yıl öncesinin o azınlıklarla dolu, çay
bahçesinde dört beş dilin birden konuşulduğu, kozmopolit İstanbul parçası
değil; daha tek tip. Kültür çeşitliliğini yitirmiş olmasına rağmen havası
farklı. Başka yerlerle kıyaslandığında daha olgun; görmüş geçirmiş de durulmuş
denir ya, öyle. Şehrin ortasında aniden sağladığı şaşırtıcı sükunet nedeniyle
böyle hissettiriyor olabilir. Ya da tümüyle gençlerin tercihi olmamasından
kaynaklanıyordur. Buraya her yaştan insan geliyor. Asla sıkıcı değil; sadece daha
yavaş yaşanan devirlerin günümüzdeki temsilcisi. Cep telefonlarındaki,
tabletlerdeki görüntüleri, sanal mesaj trafiğini boş verip manzaraya ve gerçek
sohbetlere odaklanmayı mecbur kılan kara parçası. O puslu, adalarla lekeli,
gemilerle hareketli Marmara mavisi, güneşin batışında uzun süre turuncuya
boyanan gökyüzü, karşı yakanın masalsı silueti insanları gerginlikten kurtarıp
dinlendiriyor. Rahatlayan, bu duyguyu seyrek tattığının bilincindeki büyük
kentli, çevresine daha bir hoşgörüyle bakıyor. Gülümseyince yanındakinin de yüz
hatları gevşiyor. Konuşmalar kendiliğinden yüzeysellikten uzaklaşıyor, herkes
birbirini daha iyi anlıyor. Biraz hayal kuruluyor. Böylece günlük hayatın sıradanlığındaki
sıkışmışlıktan kaçmak için seçenekler bulunabiliyor, sorunlara çözüm
üretilebiliyor.
İçinde
zaman geçirildiğinde bellekte mutlak olumlu iz bırakan mekan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder