Avrupa'nın kalbindeki kente,
Hitler’in bile bombalamaya kıyamadığı güzel Prag’a Noel öncesi hareketliliğine tanık olmak için geldim. Daha ilk günüm; iki tür sıcak şarabı
denemiş, üç meydandaki kalabalığa karışmışım. Eski şehrin ana caddesinde sokak
şarkıcılarının birinden diğerine dönerek yürürken önüme belediye binası çıktı.
Tarihi, bakımlı, görkemli bir yapı. Kapısındaki konser ilanı çok çekici:
Vivaldi, Brahms, Sarasate. Çek filarmoni orkestrasının üyeleri olan on kişilik oda
müziği topluluğu çalıyor. Biletimi alıyorum. Daha konsere bir saat var. Hem
yoruldum hem üşüdüm. Oyalanmak için binanın içine giriyorum. Görevliye tuvalet
bulup bulamayacağımı soruyorum. Sadece alt kattaki barda olduğunu söylüyor.
Prag’ın en eski barına böyle bir
rastlantıyla girdim. Dekor çok özenli, biraz loş; ortama yakışmış. Yan taraf
lokanta olarak düzenlenmiş. Barmen genç bir kız. Birkaç sarhoş Amerikalı’ya istedikleri
kokteylleri ciddiyetle hazırlamakta. Arkadaşım yanına gidip Absent olup
olmadığını soruyor. “Çek mi, Fransız mı?” diye karşılanıyor. Elbette ki Çek!
Masaya ışıltılı, işlemeli tepsi
içinde üçte biri yeşil içkiyle dolu iki geniş bardak geldi. Bardakların üzerilerinde gümüş rengi elek diyebileceğim metaller var, birer kesme şeker
taşıyorlar. Küçük, sevimli, içi buzlu suyla dolu sürahi yanlarında. Son olarak da
bir kutu kibrit. Kısacası tepsi ağzına kadar dolu.
Barmenin özenli anlatımının ardından
Absente bulanmış olduğu anlaşılan kesme şekeri yakıyorum. Alev yükselirken
şeker eriyip içkinin içine akmaya başlıyor. Yarısı yanınca eleği ters çevirip
kalanını bardağa atıyorum. Bardaktan ateşler yükseliyor. Soğuk suyu boca edip
söndürüyorum ve karıştırıyorum. İşlem sırasında epeyce heyecanlandım hatta
kibriti diğer bardağın içine attım, içki tutuştu, zorla çıkardım falan ama
sonunda başardım.
“Şerefe!”
On dakikada, üç yudumda bitti. Yüzde
yetmiş alkollü, değişik, lezzetli bir içki. Daha önce denediğim hiçbir şeye
benzemiyor. Başım dönmüyor, midemde rahatsızlık yok, ağzım dolaşmıyor, tümüyle
kendimdeyim ama… Aniden boyut değiştirdim.
Alkol, kan-beyin bariyerini öyle
hızlı aştı ki sarhoşluğun ara devrelerini yaşamadan neşeleniverdim. Dikkatim
arttı, ayrıntılar esas oldu. Evren hem küçüldü hem genişledi. Olanakları
çoğaldı; her yere gidebilirim, her an her istediğime ulaşabilirim. Merkez
oldum, çoğaldım. Dünya komik; çevreyi, olayları, kendimi hafife aldım,
gülüyorum. Yapabileceklerimin sınırı yok, zevksiz tek bir nesne yok, güzelliğin
içinde yaşıyorum; mutluyum.
Konseri bu halde izledim;
mükemmeldi.
Çek Cumhuriyeti, Absent’in yasal
olarak köşebaşı bakkallarında bile satıldığı tek ülke. Yüzde doksana kadar
yükselen alkol derecesinde olanları, içine marihuana veya başka bitkilerin
karıştırılarak imbiklendiği türleri var. Fransa’da da yasal olarak
tüketilebiliyor fakat sadece belli başlı barlarda; öyle açıkça vitrinlerde
sergilenmiyor. Prag’da ucuz ve kolay erişilebilir bir içki. İşten çıkanlar,
alıştıkları mahalle kafelerinde bazen yemek öncesi bazen de gece sohbetlerini
renklendirmek için birer tek atıveriyorlar. İkinci kadehle devam edilirse ne
olur, denemeye cesaret edemedim. Ancak karanlıkta sırtını duvara dayamış,
bağırarak aryalar söyleyen, üstü başı kusmuk içindeki genç belli ki Absent
şişesini bitirmişti. Metro çıkışında her rastladığına dünyanın sonunun
geldiğini, hiçliğe ilk karışacak kentinse Prag olacağını haykıran orta yaşlı
kişi de öyle. Buralarda tiner, bali falan yok; aşırıya kaçılması gayet kolay
Absent var. Verdiği keyif öylesine ani ortaya çıkıyor ki o hafifliğin,
rahatlığın sürekliliğini sağlamak için içmeye devam etme kararı çabucak
verilebilir. Tehlikeli ve olağanüstü çekici. Bunca din çatışmasında Şeytan’ın
çağrısı!..
Neredeyse yüz çeşit birası, onlarca
özgün şarabı olan bu ülkenin asıl içkisi Absent denilebilir. Dükkanlardan birinin
camına yaslanmış çerçevede Van Gogh’un gözleri yuvalarından fırlamış
karikatürü, bazılarının üzerlerinde kuru kafa resmi olan Absent şişelerinin,
değişik otların ve pipoların arasına konmuştu. Her köşesinden sanat fışkıran
Prag’da sanatçıların da birer Absentsever olduğu su götürmez diye düşündüm.
İnsan sormadan duramıyor: Acaba
Kafka’nın yaratıcılığında Absent’in etkisi neydi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder