ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

8 Kasım 2013 Cuma

İNTERNETTE KAYBOLMAYA MAHKUM YAZILAR

                    Amatör, yeni oluşturulan bir haber sitesinin kurucusu gelip de kendisine yazı yazmamı istediğinde ne sevinmiştim, anlatamam. Tabiri yerinde mi bilmem ama ne hissettiğimi anlatabilmek için ‘ilk kez görücüye çıkıyordum’ demek isterim. O sitenin kendi okuyucuları olacak ve ‘burada ne varmış acaba?’ diye araştırırken benim yazımı bulacaklar. Sonra beğenenler başkalarına söyleyecek… Heyecanlandım elbette. Oturup düşündüm, ne yazmalı? Politik değil, tümüyle kurgu da değil, o halde ne olmalı? Yaşadığım kentle ilgili olsun dedim. Semtleri veya daha küçük ölçekli yerleri anlatsın. Kısa olsun, sıkmasın. O bölgenin benim gözümde canlanan özelliklerini sanki kişilik izlenimiymiş gibi aktarsın. İstanbul’dan Mekan Portreleri olsun.                                                                                                                                 
            Araştırdım, benzerini bulamadım. Demek ki özgün dedim, sevindim. Her hafta yazdım, hiç aksatmadım. On yazı oldu ve… Server sağlayıcı değiştirilecek diye site bir süredir yayından kalktı. Okuyucularımı kaybettim. Her şey düzelir de bıraktığımız yerden devam edersek belki yine geri gelirler, belki de gelmezler. Ben de tüm emeğimin internetin sonsuzluğunda (uzayda) kaybolup gitmesinden korktuğum için denemelerimi sırayla bloğuma koymak istedim. Başında yayınlatamadığım mini paragrafla birlikte:

Kentle ilgili izlenimler yazarken kalabalık metropollerdeki ‘yer’ algısının sonsuz çeşitliliğine benimkini de ama farklı bir şekilde eklemek istiyorum. Amacım tarihsel bilgi vermek değil. Zaman içerisinde gelişmiş kişilikleriyle mekanları bana göründükleri şekliyle göstermeye, sözcükleri kullanarak bir çeşit portre ressamlığı yapmaya çalışacağım. Zevkle okunması dileğiyle…

KARAKÖY
Karaköy son aylarda her sabah vapurdan indiğim yer. Meydanı caddelerin, tramvayın, Tünel çıkışının, Galata köprüsünün birleştiği kısım. Yayalar için denize veya karaya ama her olasılıkta herhangi bir yöne doğru ilerlemek dışında orta yerde duraklama imkanı yok; Taksim ya da Kadıköy falan gibi değil. Arka sokaklara dalınıp dik yokuşlara tırmanılırsa tamam fakat merkezi kalabalığı toplamak yerine kente dört koldan dağıtmak için planlanmış. Zaman içerisinde evrimini böyle gerçekleştirmiş de olabilir. Yaşları yüze yaklaşan pek çok güzel binasının üst katlarından seyrettiği Haliç sırtlarını, tarihi yarımadayı hiç kıskanmıyor çünkü kendisine epeyce bağlı (bağımlı) olduklarını biliyor. Üretken işçi. Aslen bir liman orası, hep öyle olmuş. Denizci ruhlu, biraz havai. Hafifmeşrep bile denilebilir. Götürmekten çok getirmiş, halen öyle; insanları, yiyeceği, uzak diyarların mallarını, salgın hastalıkları… Durdurduğu ise yangınlar olmuş. Ateşi söndürme özelliğine sahip, her bakımdan.

            Yapılarının rengi çoğunlukla sarı ve kirli beyaz. Haliç yönüne doğru uzanırken sanki gülümsüyor ve pastel tonlarla bezeniyor. Her semte yakışan Arnavut kaldırımına hala sahip. Sıradışı merdivenleri sayesinde aklı işinde koşuşturanların ilgisini çekmeyi beceriyor. Yosun, tuz ve toz kokuyor. Çok göz önünde olduğu için pek çöpü yok sadece izmariti bol. Kıyı lokantaları neredeyse tümden balıkçı. Yine de böylesine deniz dolu bu mekana yüksek yaylaların kebap çeşitlerini getirip sakinlerine benimsetebilmiş birkaç et lokantası var. Bir de olmazsa olmaz, Karaköy’le bütünleşmiş tatlıcılar… Büfeler, kafeler, simitçiler, seyyar köfteciler de eklenince aç kalmak mümkün değil gibi. Dilencisi az. Baktığı karşı kıyılarla kıyaslandığında kısmen batılı olduğundan mı acaba? Dünya görüşü İstanbul’un diğer semtlerine göre daha geniş; barındırdığı binbir çeşit insanının kozmopolit kültüründen beslenip olgunlaşmış.

            Uzaktan bakıldığında Galata kulesi ve çevresi olarak görünüyor. Uzun burunlu, dik kulaklı bir gözlemci. Camileriyle kiliselerinin oranı eşit sayılır. Osmanlı zamanında Müslüman ve Hıristiyan nüfus da yarı yarıyaymış; şimdi öyle değil elbette. Ruhunu şekillendiren uluslar Cenovalılar, Venedikliler ve Katalanlar olmuş; hepsi denizci, uçarı. Müslüman nüfusa en önemli manevi katkısı, uçmak için cesaretlendirmek diye özetlenebilir. Kulenin tepesinden Üsküdar sırtlarına kadar kanatlarıyla süzülmeyi başardığı rivayet edilen Hezarfen Ahmet Çelebi örneğinde olduğu gibi. Sonrası gelmemiş. Tarihi yarımadanın buyrukları ağır basmış.

            İçine girilip dar sokakları arşınlandığında hala Cenovalı alışkanlığından mıdır nedir, yüzlerce elektrikçi, avizeci esnafını barındırdığı fark ediliyor; ışıl ışıl. Parkları, yeşil alanları yok ancak kuleye yakın yıkık dökük binalarının en üst katlarında evlerden daha geniş teraslar var. İstisnasız hepsi envai çeşit saksı çiçekleri, ağaçlar, mini sebzelikler içeriyor. Siperlikli düz damlar seralarla hatta gerçek çim zeminli minyatür futbol sahalarıyla kaplı. Barselona’ya iki adım uzaktayız hissini yaratıyor. Buranın yerleşik insanları kulenin gölgesindeki açık havada yaşıyorlar sanırım; evlerinin betonunu yarattıkları yüksek bahçelerle kaplamışlar. Sessiz ve alçakgönüllüler. Turist kalabalığına karışmıyorlar.

            Epeyce okulu var, bir o kadar da hastanesi. Çok dilli, çok kültürlü yapısı verdiği eğitimde, tıbbi hizmeti sunan kurumlarında da kendisini gösteriyor. Kültürü, şifayı dağıtmaktan kaçınmıyor. Kıyılarında gözlemlenen cömertlik semtin iç bölgelerinde aynen devam ediyor. Eli açık, sıkmayacak kadar ciddi, bıktırmayacak kadar pervasız, kendine güvenen bir yer burası. Gerçek şehir. Hep merkezde bulunmuş; hala öyle.
     
            Karaköy eski olsa da canlılığı nedeniyle eskiyemiyor. Şimdilerde limanında kocaman, çok katlı yolcu gemileriyle birbirinden güzel yatları kabul ediyor. Ne yazık ki her gün defalarca gelip giden şehir hatları vapurları için sadece derme çatma bir iskelesi var. İstanbul Modern ve antrepolarındaki sergiler onu yeni bir ilgi odağı haline getirdi. Halen finans merkezlerinin en önemlilerinden aynı zamanda Perşembe Pazarı’nın varlığı sayesinde devasa bir nalburiye. Herkesi çekecek bir özelliği var. Verici olduğu için en tutucu dönemlerde bile ortalamadan farklı özellikleri hoş görülmüş, değiştirilmek için fazla üzerine yüklenilmemiş. Ancak son günlerde renkli kişiliğinin üzerine düşürülmeye çalışılan korkutucu bir gölge var: Galataport projesi! Kimliğini gerçekten kaybetme riski ile karşı karşıya.

            Bu hafif dağınık ama çekici ve üretken semt, tüm binaları otel, tüm ticareti turizmden ibaret bir Karaköy’e dönüşmemeli.

1 yorum:

Lame ve Dore dedi ki...

Çok harika bir tanıtım yazısı olmuş, Ankara lı biri olarak tüm İstanbul u gezip en çokta Karaköy-Galata taraflarının büyüsü altında kalmış biriyim...O farklı doku farklı kültürlerin birleşiminden meydana geliyor, bir yeri zenginleştirende içindeki farklı renkler değil mi sonuçta? şuan tek tip insan ve şehir dokusu yaratmaya çalışanlar, bu zenginliği bu sihirli dokuyu AVM lerle büyük ticari limanlarla yok etmeyi nasıl göze alabilirki??