ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

16 Ocak 2011 Pazar

YENİDEN

Sanki ilkokuldaydım yeniden ve verilen hafta sonu ödevlerini yapmamanın ya da yaz tatilinde aylarca zamanım olmasının rahatlığını yaşıyordum; şimdiki zamanla ne ilgisi varsa! Oysa zorlayan yok, yap veya yapma diyen de. Geçmişin alışkanlıkları yönetiyor insanları, birikimler davranışları biçimlendiriyor. Sırf bu yüzden başkalarına kızılıyor, güceniliyor, küsülüyor. Önce kendine baksana sen!

Neyse işte, yeniden resim yapmaya başladım. Kafamda dolaşıp duran onca renk, manzara, yüz tam şekillenmedi. Rasgele fırça darbeleriyle tuvali okşuyorum. Elimi serbest bırakabilecek miyim? Neler gelecek ardı ardına? Göreceğiz.

Çoğul konuşmak hatta düşünmek ne kadar yerleşmiş! Bir grubun parçası olmaya duyulan özlem belki de. Hiç içinde olamadığım kalabalıklara, hemşeri ya da akraba topluluklarına kıskançlık olabilir mi? Ben hep yalnızdım. Çocukluğumda odamdaki koltuğa oturup kenarından ayaklarımı sallandırdığımda (evet, biz iki kardeşin ayrı odaları vardı) sorduğum: 'İnsan nasıl yalnız kalabilir ki?' sorusunun yanıtını yaşadım bugüne kadar. O soruyu ne kadar içten, ne büyük bir kendini beğenmişlikle sormuşum ki hayat bana çeşitli şekillerde: 'İşte böyle!' diye göstermeye devam ediyor.

Bulduğumu sandığım anda kaybediyorum.

Anılarımızı biçimlendirip öyküler haline getirmiyor muyuz? İyi anlatılırlarsa dinlenmiyorlar mı? Resim de aynı şey sayılır. Biraz oradan biraz buradan, biraz benden biraz senden biraz da ondan derken içine çeken, görenin benliğine hitap edip gündelik kaygılarını bir süreliğine unutturan tablolar. Başını çevirince eski benliğe yenilikler katılmış olarak gerçeğe döndüren, 'bunları keşfetmesek hayat çok tekdüze, sıkıcı olurdu' dedirten renkler, şekiller, farklı yüzlerin zenginliğinden beslenen cambazlıklar, yeni mekan ve varlıkları buluşturma... Hepsi bir şeylerin parçası, içimizden çıkıp gelenler ama aslında başkalarıyla buluşma isteği.

Mutluluk yaşansaydı resimler olmazdı (olmaz mıydı?).

İşe gitmeyi istemeyerek başladı. Evde bulunmayı, arkadaşları görüp konuşmayı, kitabım elimdeyken rahat bir kanepede uyuklamayı, yürümeyi, rüzgarı hissetmeyi, araba kullanmayı artık sevmediğimi duyumsatarak belirginleşti. Amacımı kaybetmiştim, boşlukta yüzüyordum.

Hayatın anlamı sadece sorular sormak, yanıtları ise hiçbir zaman bulamamak mıdır?

Aşkta kaybetmek var mıdır? (Genelde tersi sorulur.) Sahip olunamayınca o kişi kaybedilmiş mi sayılmalıdır? Mademki cananın varlığı önemlidir, o halde gündelik tercihleri bir kenara bırakıp duyguları doludizgin koşturmaya devam etmek mi gerekir?

Gereken yok aslında. Önemli olan nasıl mutlu olunacağını anlamaya çalışmak. En kötüsü kararsızlık. Çarpışan ego ile duygular.

Hep aklımda Rodin ile Camille Claudel var. Rodin gerçekten Camille'i sevdi mi yoksa kullandı mı? Erkekçe sevmiştir sanırım. Ama kendisinden otuz yaş küçük, çok zeki, çok yetenekli bir kadınla tam gün birliktelikten ürkmüş olabilir. Kadınsa erkeği tümüyle istiyordu, olmayınca delirdi.

Bir şey ya da kişi çok önemliyse kaybedilmemeli. Gururu, çevrenin onaylayan bakışlarını yitirmek daha az önemli sanki. Eğer mutluluk o kişinin varlığında saklıysa, devam etmek gerekir; ne olursa olsun!

Huzur denilen şey gerçekten alıştığınla ilişkiyi öyle veya böyle sürdürmekte mi?

Dinginlik ve bütünlük duygusunu sağlayacaksa tüm dış etkenlerle hatta insanın kendi sorumlulukları ve gündelik yaşantısıyla çarpışmaya değer. Denemek lazım. Pişmanlık mı? Ne olacak ki? Görev önceliğiyle sakatlanmış bir hayattan kim yarar görecek? Zarar vermedikten sonra başkalarına ne! Sonunda hepimiz ölmeyecek miyiz?

Neyse işte, yeniden resim yapmaya başladım. Bundan sonrası macera.  
  

1 yorum:

jade dedi ki...

her şey bakış açısına bağlı. bak, dersime çalışmışım ! demek istediğim, hayata bakış bazen kendi penceremizle sınırlı kalıyor. başka pencerelerden ne göründüğünü merak edince, merak, bazı duygu durumlarına üstün gelebiliyor. tek başına yeterli değil, biliyorum, ama merak edince, o an, macera başlıyor. veya yeni bir resim...