ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

3 Aralık 2010 Cuma

YİTİP GİDEN SÖZCÜKLER

İki yönlü tuhaf bir yazı olacak bu, başlarken biliyorum. Hem bir iç hesaplaşma hem de paylaşma.

Bloğumu açarken okunmayı bekliyor muydum? 'Hayır' demek yalan söylemek olacak. Yoksa yakın arkadaşlarıma ve güvendiğim kişilere blog adresimi vermezdim. Demek ki insanlara iletmek istediğim bazı görüşlerim olduğunu düşünüyormuşum. Gösteri sanatlarından birinin oyuncusu olmayı umuyormuşum.

Yazmaya tesadüfen olsa bile kendim için başladım. Tutkuyla sürdürülebilecek bir uğraş olarak gördüm. Dünyayla ortaklık kurmak için. Dünyaya muhalif olmak için. Duyguların evrensel olduğunu, diğer insanlarda da aynı duygulanımların bulunduğunu belirtmek için. Gerçeği aramak için. Gerçeği keşfettiğimi sandığım için. Gerçeğin tek yönlü olmadığını fark ettiğim için. Kendimi tanımak için. İçimden çıkanlara ağzım açık bakakaldığım için. Bir de yorumların kendime ayna olmasını istediğim için. Her ne kadar fazla yorum almasam da okunduğumun farkındaydım. Bu dünyadaki varlığımın, insan varlığımın en önemli göstergesi olan belleğimin onaylanmasıydı bu. Mutlu olmaya çok yaklaşmıştım.

Müthiş bir merak sardı içimi. Okuyucu kimdi acaba? Benim için bilinmeyen, ne düşündüğünden emin olunamayan, yaşantıları sır, yüzleri sisli, zihinleri gizli, özgün kişiler. Yazarın ayna görüntüsünü yaratacak olanlar. O aynayı göremeyebilir, yansıttıklarına bakamayabilirdim. Yine de var olduğunu, ararsam, sabredersem bulabileceğimi seziyordum. Yazmayı sürdürüyordum (hala da sürdürüyorum). Düşünmeye başladım:

Alelade bir blog yazarı olarak ulaşmaya çalıştığım ideal okur nasıl biridir? Ümit ettiğimi betimleyebilirim: Dikkatli, şüpheci, gelişmeye açık, okuyarak önyargılarından kurtulmaya çalışan, metinlerin de mutluluk kaynağı olabileceğinin bilincindeki kişi. Rahatsızlık yaratan uyarılardan kaçmaz. Bazen (çoğu zaman) beklediğini bulamaz. İnatçıdır, aramaya devam etmekten vazgeçmez. Bilgi edindiği konularda fikirleri vardır fakat ısrarcı olmaz. Bilmediklerini öğrenmeye çalışır. Değişime gülümseyerek bakar, kendisinde de değişme potansiyeli olduğunu hisseder. Okurken doğal olarak zevk almak ister. Bu sağlanmazsa morali bozulmaz, diğer metne (bloğa veya bilgisayarı kapatıp kitaba) geçer. Satır aralarını görmeye çalışır. Okuduğu için önemsenecek insandır.

Bunları nereden mi çıkartıyorum? Kendimi yazardan çok okur kimliğimle tanıyorum, oradan tahmin ediyorum. Okur olarak egom yükseklerde ve beklentilerimi biliyorum. Kaosa karşı uyum, gürültüye karşı güzel müzik, kavgaya karşı huzur istediğimi söyleyebilirim. Rasgele bir bloğu olsun okumayı tercih edecek kadar gelişmiş beyinlerin de aynı doğrultuda çalışacağı düşüncesi içindeyim. Ben betimlemeye çalıştığım ideal okur sınırları içine girmek için çabalıyorsam, yazar olarak da en azından yarısına ulaşmayı hedeflemeliyim sanırım.

Peki, ne yazmalıyım da en kaliteli okuyucu kitlesini yani en eleştirel düşünen zihinleri kendime çekebilmeliyim? Beni okurlarsa ne olacak? Karşılıklı olarak ne kazanacağız? Doğrusu yazmaya başlarken bunları hiç aklıma getirmedim, itiraf ediyorum. Bilinçaltımdan fışkıranların şaşkınlığı içindeydim. Yazdım, yazdım... Sonra bir durup baktım; yüzleri allak bullak, üzerinde durdukları yerküre sarsılmış da ne yapacaklarını, nereye gideceklerini bilemeyen, şaşırmış ifadelerle bana bakan bir avuç insan gördüm karşımda (o yazılar buzdağının blogda görünmeyen sekizde yedisi). Yanlış giden bir şeyler mi vardı? Farklılık, uygunsuzluk muydu? Metaforlar yerli yerine oturmamış mıydı? Kurgusal yaşantılar çok mu hayatın içindendi?

Bloğumda yazarak araştırmaya başladım. Korteksimin iç katmanlarına korteksimden faydalanarak sızmaya çalıştım. Beynimi soydum. Bilinçdışımı nasıl denetleyeceğimi öğrenmeye gayret ettim. Önce korkarak da olsa iyice içine dalmak sonra da iyiyle kötü, güzelle çirkin bütünlüğünü kabullenmiş olarak sağ salim dışarı çıkmak gerektiğini anladım. Zıtlıklarla değil, karşıt görünenlerin birliği ile bütünlüğe varılabileceğini kavrar gibi oldum (hala tam olarak özümseyebilmiş değilim). Bir yandan da bakıyordum, okuyan var mı diye. Vardı, giderek artıyordu. Demek ki araştırmam, o bilinmeyen kişileri de ilgilendirmişti. Heyecanla devam ediyordum ki...

Google'ın azizliğine uğradım. Bloğuma ulaşamıyordum. Blogger'dan istatistiklere ve genellikle gelmeyen yorumlara girebiliyor ama bunun yanında hiçbir yazıma erişemiyordum. Okuyucu var görünüyordu fakat ben yeni bir şey yazıp yayınlama olanağından yoksundum.

Çok moralim bozuldu. Beni eski hekim kimliğimle özdeşleştirmiş arkadaşlarım bu işi neden önemsediğimi anlayamadılar. Oysa yeni bir var olma biçimi geliştirmek için çabalıyordum; bedenlere değil, diğer canlılardan biz insanları ayıran zihinlere değmek için çabalıyordum. Bilimde kesinleşmiş, kanıtlanmış doğrular vardı. Oysa sanatta yorum vardı, esneklik vardı. Komutlardan uzak, gevşek ama aynı zamanda güçlü bir evrensel bağ vardı, bunu hissedebiliyordum. Ulaşmak için uğraşırken yok olmuştu.

Bloğuma girip yazı yazabilmek için ilk Blogger konumuna geri döndüm ve... Okuyucu olarak yaşamdaki kimliklerini tanıyamadığım ama orada olduklarının bilincinde olduğum tüm diğer kişileri kaybettim. Artık ben vardım, diğerleri yoktu. Ayna, o bir gün benliğimi yansıtmasını ya da diğerleriyle karşılıklı sonsuz bir göz göze gelmeyi yaşayacağımı umduğum ayna (ütopya!) kaybolmuştu. Uzay boşluğunda yapayalnız, nerede olduğunu ve nereye gittiğini bilemeden uçmak gibi ümitsiz bir duyguydu. Büyük düşünürlerin söylediklerini ta içten algılayıverdim: İnsan toplumsal bir yaratıktır. Başkaları yoksa o tek ve benzersiz olduğu yanılsamasındaki kişi de yoktur. Hareket, eylem, konuşma, düşünce, her şey ancak başkalarının varlığıyla anlam kazanır. Onaylamasalar bile!

Yakılan, yok edilen kütüphaneleri, kitapları anımsadım. Düşüncenin kül edilmesinin dikta yönetimlerince neden o kadar önemsendiğini hiç olmadığı kadar şiddetle anlayıverdim.

İşin aslı kendim için yazıyorum, bu doğru. Bu sadece bir seçim. Ameliyathanede doğanın uyumsuz yarattıklarını değiştirmek uğruna hem bedenimi hem ruhumu sakatlayarak uğraşmakla aynı düzeyde doyum sağladığı için. (Neyse ki böyle bir uğraş buldum; ya bulamasaydım?) Tuhaf şekillerden ibaret sözcüklerle kişiler ve sahneler canlandırmaya çalışırken yaşadığım yoğunlaşmadan çok hoşlandığım için. Çok içe dönük bir eylem bu fakat aynı zamanda çok da dışa dönük. Kendimi araştırırken tüm insanları araştırıyorum. Benliğimi ararken başkalarını buluyorum. Tanımadığımı sandığım karakterleri yaratırken yüzümün saklı kalmış ayrıntılarını görüyorum. Her ne kadar böyle söylesem de okuyucu aynasına ihtiyacım var. Şu son günlerde bunu daha çok anladım. Cümleler ortalığa saçıldıkları anda herkesin malı oluyorlar. Tekrar birilerine ulaşabilecek miyim? Aynı düzlemde buluşabileceğimiz insanlar olacak mı? Sessizce de olsa sözcüklerimin zihnine girmesine izin verip sonra nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde değiştirerek göz bebeklerinden dışa vuran kişilerin varlığını duyumsayabilecek miyim?

Okur olarak korkak yazarların kitaplarındaki tutuk el hareketlerini görebiliyorum ve hoşlanmıyorum. Ama ben bir ölçü müyüm? Okuyucu kimliğimi bu kadar önemsemeli miyim? Neyse, henüz acemiyim, öğreneceğim. Üstelik profesyonel bir yazar değilim, sadece basit bir blogda denemeler üretmeye çalışıyorum. Yine de internet ortamında olsun yitip giden sözcüklerin önemini son iki hafta içerisinde çok iyi kavradım. Herkes varlığını farklı şekillerde kalıcı kılmaya çalışır; kendine uygun gördüğü ya da onay verdiği şekilde. Benim farkına vardığımsa şu: Eğer bir gün bu dolambaçlı, zor yolda ilerlerken yazdıklarımda kendilerinden bir şeyler bulduklarını söyleyenlere rastlarsam bu iş bundan sonraki hayatımın merkezinde yer alacak, eminim.

5 yorum:

jade dedi ki...

okur olmak biraz da hayatta olmak anlamına geliyor belki de, yazardan farklı olarak okurun tuzu kuru. ne yapsa okurluğu etkilenmez. ama yazar, bazen ilham perisi uyuyakaldığı için çeşitli acılar çekebilir. bazen de, ilham perisi olduğuna inanmayanların kalemine teknoloji dolaşabilir, bu da geldiği gibi - fazla bilinmeden - geçer gider. baki kalan yazardır, okur onu her yerde bulur. evet evet, okur seni her yerde bulur.

Nedret Okan dedi ki...

Teşekkür ederim. Yazdıklarına inanmasam bile içtenlikle inanmak istediğimi bilmeni isterim.

Adsız dedi ki...

Bilgesu Erenus (bunları okuyabilseydi) seni çok severdi...

ertan

Adsız dedi ki...

Bilge Karasu da, öyle..

ertan

Lame ve Dore dedi ki...

evet yazmak bir anlamda dünyaya dahil olmak, fikir zihinlere dağılmazsa yeni fikirler doğmaz, yaşamanın özüdür fikirlerinle varolmak, ve paylaşmak çok mutluluk verici, yazmaya devam et, benimde bir bloğum var seninkinden çok farklı ama arada bir beklerim:)
arada bir kitap, film post ları yada deneme tarzı yayınlarımda oldu ama pek talep görmedi, bende en büyük hobim olan güzellik, süs püs ne gelirse aklıma yazıyorum:)

http://hayalgemisinde2kisi.blogspot.ch/2011/04/asi-asik-ve-devrimci-bir-kadin-frida.html

sevgiler!