ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

31 Aralık 2010 Cuma

TEKRAR URSULA LE GUİN VE FANTASTİK EDEBİYAT

Ursula Le Guin ve fantastik edebiyattan bir kez daha bahsetmek istediğimi, benim için önemini yazmaya çalışacağımı söylemiştim. İşte o zaman geldi. 2010 yılının son blog yazısı olmasını belki de bilinçsizce planladım. En değerli varlık en tepede, bitiş çizgisinde, geleceğin başlangıcında!

'Seyyahlar kendi yolculuklarını anlatırlar, sizinkini değil' cümlesi hem çok alçakgönüllü hem her okuyana ümit aşılayan türden hem de müthiş bir özgüvenin eseri. Gezgini düşünün: Deneyimlerini aktarıyor. Tanımadıklarına yolun ipuçlarını veriyor. Yemek pişirmeyi sevenlerin birbirleriyle paylaştıkları değişik yemek tarifleri gibi. Eklediğiniz bir fazla tutam tuzunuz ve biraz pul biberinizle eşsiz olanı yaratmanızı sağlıyor. İnsanlar, masal gibi bile olsa dinlerlerken kendi yolculuklarının haritasını keşfediyorlar.

'Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar' adlı deneme kitabında 'Amerikalılar ejderhalardan neden korkar?' diye bir bölüm var ki kitabı her elime alışımda önce orayı okuyorum. Tabii Ursula Le Guin'in bahsetmek istediği sadece modern Amerikalılar değil. Gelişmiş ya da gelişmekte olan, tekniğin, yerleşik kamusal değerlerin en iyisi olduğunu düşünen tüm insan toplulukları için geçerli.

Akıllı, meslek sahibi veya bu yolda ilerleyen kişiler, hayal ürünü olana şüpheli hatta aşağılık bir şeymiş gibi bakma eğiliminde. Bu görüşü her ne kadar eksiksiz benimsesem de bana ait değil; Ursula Le Guin söylüyor. Yazar devam ediyor: 'İşadamının değerler sisteminde eğer bir edim hemen ve elle tutulur bir kar sağlamıyorsa, haklı gösterilemez.' Yani püriten değerler sisteminde 'zevk' yoktur. Daha doğrusu zevk bir değer değil, sadece günahtır. Zevkten kastım, beyinsel tatmine ulaşılabilecek tek araç: Hayal gücü. Zihnin özgürce oynadığı oyunlar. Yine yazarın sözleriyle devam edeyim: 'Özgür kelimesi ile kastım, doğrudan bir kar hedefi gütmeden, kendiliğinden hareket edilmesi. Özgür olmak hiç de disiplinsiz olmak değildir. Hayal gücünün düzenlenmesi hem sanatın hem de bilimin temel yöntemi veya tekniğidir. Kelimenin gerçek anlamında bir şeyi disiplin altına sokmak onu baskı altında tutmak değil, eğitmek, gelişmesi, harekete geçmesi, verimli olması için teşvik etmektir - bu şey ister şeftali ağacı olsun, ister insan zihni.'

Büyük edebiyatçı yol gösterdi. Şimdi onu bırakıp ülkemize dönüyorum: Zorunlu gereksinimleriyle boğuşan Anadolu toprağının çileli insanlarına değil, şu büyük şehirlerde ortalamanın üstünde gelirle geçinip ev borçlarıyla çocuklarının okul taksitleri arasında sıkışıp kalmış kalburüstü, okumuş yazmış kesime. Kaç kişi kitap okuyor? Neden vakit yok? Kuaförde saatlerce beklerken dergi karıştırmak, Facebook'da dolaşmak veya televizyondaki ipe sapa gelmez dizileri izlemek için vakit var. Dedikodular, uzayıp giden maç yorumları, çay partileri, kafe sohbetleri, boş boş oturup pineklemeler için pek ala vakit var. Fantezi ve/veya kurgu dünyası içinse yok. Çünkü korkutuyor! Yine Le Guin: 'Fantezideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilirler. Ejderhalardan korkarlar çünkü özgürlükten korkarlar' diyor.

Sanırım en önemli soru şu: Zihnimiz özgür kalırsa ne elde edeceğiz?

İnsan, doğumundan ölümüne kadar yalnızlığını aşmak için çabalıyor. Gerçekten var mıyım? Başkalarına nasıl ulaşacağım? Seslendiğimde beni duyan birileri oluyor mu?

Bir bütünün parçaları olduğumuzu algılayabilmemiz için hayal gücüne ihtiyacımız var. 'Ben ve ötekiler' dediğimizde yabancılaşma başlıyor. Oysa 'öteki' içimizde. Gölgemiz. Kötü yanımız. Bakamadığımız, anlamak için çaba harcamadığımız sürece büyüyüp varlığını yansıtma yoluyla diğerlerinde görünür kılmaya çalışan hatta başaran derinliğimiz. Kısır çekişmeler, vahşi savaşlar onun yüzünden çıkıyor.

Göz göze gelip elini tutabilirsek kılavuzumuz olabilir. Eğitilmiş varlığı, gücünü benliğimize aktarıp bize olgunluk yolunda bir basamak tırmandırabilir. Daha huzurlu ve umutlu olma şansını yakalayabiliriz.

Fantezi, gerçek fantastik edebiyat, kendimizi ve gölgemizi tanımamızı sağlıyor. Her insanda aynı ikilik olduğunu fark edip aynı dengeye sahip olduğumuzu, benzerliğimizi algılatıyor. Yalnızlık duygusu belki bu yolla aşılabilir. Diğer ruhlar düşman değil, dost olarak görülebilir. Karşılaşılan ya da tanık olunan haksızlıklar, acılar karşısında baş çevirmeden durulabilir, adaletsizliğin gözlerinin içine odaklanılabilir.

Kimbilir, bakarsın teslim bile olunmaz!

Okurken zevk alırız. Mutluluğa adanmış yaşamımız ona bir adım daha yakınlaşır. İçimizdeki çocuk, o saf meraktan ibaret halimiz, şaka, kahkaha, dünyamızın aydınlık yüzü gün ışığına çıkabilir. Az şey mi?

Çok uzatmadan Ursula Le Guin'in sözleriyle bitireceğim: 'Bütün ciddi kurgu ürünleri (buna doğru düzgün tasarlanmış bilimkurgu da dahil) insanın bu kocaman çuvaldaki, evrenin bu göbeğindeki, bu gelecek şeylerin rahmi ve geçmiş şeylerin kabrindeki, bu bitmeyen hikayedeki bütün diğer her şeyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu tanımlamaya çalışmanın bir yolu... Kurgunun güzelliği her zaman huzursuz edici olmasındadır. Şiirin veya müziğin sunduğu gibi aşkınlık, anlayışı aşan bir huzur sunamaz; saf tragedya da olamaz. Çok karışıktır. Özü karışıktır... Romanın önemli bir sanat olduğunu düşünüyorum çünkü ekmekten başka neyle yaşadığımızdan bahsediyor... Sanatın yolu: İlişkilendirmektir. Fikri değerle, duyuyu sezgiyle, korteksi serebellumla ilişkilendirmektir.'

Yine dayanamayıp çok alıntı yaptım. Tümü ve zevkli bir okuma için: Bkz. Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar (Ursula K. Le Guin)

Hayal gücünün gerçekliğine yakınlık duyan erişkinlerin dünyasında yaşamayı hayal ediyorum. Belki 2011'de öyle bir yer bulurum.     

Hiç yorum yok: