ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

8 Aralık 2010 Çarşamba

HEP BİLDİĞİMİZ, HİÇ BİLMEDİĞİMİZ

Ölümle karşılaştığımda duyumsadıklarımdan bahsetmek istiyorum.

Yatağımda yatıyordum. Sabahın olduğunu kuşların cıvıldaşmaya başlamalarından anladım. Bir de geceye has tek tük geçiveren arabaların hızlarını yavaşlatıp sıklaşmalarından. Yoksa perdeler kalın, koyu kahverengi üstelik sımsıkı kapalı, camdan ışık falan sızmıyor.

Neden uyandığımı bilmiyorum. Gördüysem bile herhangi bir rüya anımsamıyorum. Üzerimde kötü bir his yok. Sadece aniden gözlerimi açıverdim. Bedenim hala gevşek, yorganın altında sıcak ve yayılmış. Zihnimse duru, bekliyor. Neyi? O biliyor. Geri kalan ben... Bilmiyorum.

Yavaşça içeriye girdi. Kapıdan. Gölge olarak gördüm. Gerçekten sadece gölgeydi. Karanlık, biçimi belirsiz, fırtına habercisi bulutlar gibi değişken. Belki de bir 'hortum' demeliyim; dönüp duran helezoni şekli, kenarlara doğru savrulan etekleri... Yok, başka bir şey, bu değil. Belki de bir 'his' demeliyim; kalp atışlarımı hızlandırıp alnımın, ensemin ter içinde kalmasına neden olan, nefesimi sıklaştıran, kollarımı hareketsizleştiren... Yok, bu da değil. Belki de sadece 'bilinmeyen' demeliyim. Açıklanamayan, o nedenle korkulan, çok korkulan, geri çekilip duvarın, gerideki duvarın diğer tarafına geçme isteği yaratan bir ağırlık. Başını çevirmek isteyip de çeviremediğin. Tutulup kaldığın, dilinin kuruduğu, gözlerinle bakıp da göremediğin, görmek istemediğin... Mutlak çirkinlik.

Neden çirkin olduğunu kavrayıverdim. Karşıtı yok! Alabildiğine serpiliyor, büyüyor. Engel olamıyorsun, sarıp sarmalıyor. Çok sıcak ya da çok soğuk. Yakıyor veya donduruyor. Siyah ya da beyaz. İki taraflı kör ediyor. 

Ilıklıktan, serinlikten, gökkuşağının renklerinden yoksun. Tekdüze.

Göğsüm ağrımaya başladı. Boynuma, sol omzuma yayıldı. Yüz elli kiloluk bir dev üzerime oturmuş sandım. Boğazım daraldı, soluklarım sıklaştı, alnımdan taşan ter damlacıkları yanaklarımdan süzülüp çeneme, boynuma aktı. Derin nefes almak istedim; gövdemi ezen ağırlık engelledi. Bağırmak, kaçmak istedim; kıpırdayamadım. Ağrı arttı. İşkence sahnelerinde mengeneyle ezilenleri anımsadım, aynen böyle olmalıydı. Ağır ağır, etleri biçimsizleştirip kemikleri kıran bir acı. Dayanılmaz sanılsa da dayanılabilen, o nedenle en unutulmaz, en hatırlanmak istenmez izi bırakan. En derine işleyen. Gerçeğin ta kendisi. Kesinliği olan tek şey. Yalın, yorumsuz, dolaysız. Yaşamın karmaşıklığını, merakını taşımayan renksiz boşluk. Kendi çevresindeki sonsuz dolanımıyla büyüleyici. Hem çeken hem tüm gücümle itmek istediğim. İşte onu... Benliğimin bütünü ve ruhumun gözleriyle gördüm.

Karşıda, dolabın önünde duruyordu. Sessiz, sabırlı. Gözlerimi kapattım.

Açtığımda hastanedeydim. Kalp krizi geçirmişim. Kızım fark edip ambulansa haber vermiş. Ben çoktan kendimi kaybetmişim. Yolda kalp masajı yapıp hayat öpücüğü vermişler. Acildeyse şok uygulamışlar.

"Arada kalmıştın. Ne hatırlıyorsun?" diye sordular.

"Hiç" dedim. Söyler miyim?

Kararım kesin: Bundan sonra sürekli belirsizliğin tadını çıkartarak yaşayacağım.   

1 yorum:

jade dedi ki...

çok kısa, insan devamını arıyor...