ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

PERU (TİTİCACA)

Erken kalktık, her zamanki gibi. Otel güzel, kahvaltı mükellef.

Heyecanlıyım. Titicaca'daki insan elinden çıkmış yüzen adaları göreceğiz hatta üstlerinde yürüyeceğiz.

Bambudan inşa edilmiş, doğal olmayan kırktan fazla adacığı Uros Kızılderilileri yapmış. Onlar vaktiyle İspanyollardan kaçıp bağımsızlıklarını sürdürebilen tek eski İnka soyu. Dağlardan hızla göçerek Titicaca'nın kıyısına gelmişler, bambuları birbirlerine bağlayıp üzerlerinde barınılabilecek yaşam alanları üretmişler. İspanyollar kıyıya gelip suda gezinen adaları fark edince peşlerine düşmüşlerse de yakalayamamışlar. Çünkü Uroslar, yine bambudan yaptıkları sandallarıyla gölün enginliğinde yok olmuşlar. Böylece bugüne kadar soylarını devam ettirebilmişler.

Yeni bir yerel rehberimiz var. Kot pantolonunun üzerine kırmızı, kalın, uzun kollu ceket giymiş, beyaz şapkalı, kara gözlüklü, kısa boylu, şişmanca bir kadın. Yüzen adaların birinde doğup büyümüş. Şimdi Puno'da oturuyor ama oraları avucunun içi gibi biliyor. İngilizcesi iyi. Ana dilleri İspanyolcayla birlikte Aymara lisanı. Antonio ile ancak İspanyolca konuşarak anlaşabiliyorlar. Titicaca kıyılarından Bolivya yaylalarına kadarki yerli dili: Aymara. Bu bölgede iki resmi dil var; İspanyolca ile Aymara lehçesi. Tıpkı Cuzco'da İspanyolca ile Quechua dili olduğu gibi.

Teknemiz hiç fena değil. Rahatça yerleşiyoruz. Dünya üzerindeki varlıklarını ancak yirmi beş yıl daha sürdürebilecekleri, sonrasında çürüyerek son bulacakları söylenen yüzen bambu adalara gidiyoruz; bence gerçekten önemli.Titicaca, Puno gözden kaybolana kadar kirliydi. Yer yer köpükler ve sazlarla kaplıydı. İlerledikçe derinleşip temizlendi. Balıkçı kayıkları, küçük motorlar, rengini pek belli etmeyen göl, her an griye dönüşüverecekmiş izlenimi yaratan koyulmaya hazır mavi gökyüzü, küme küme beyaz bulutlar... 'Ben yabancıyım!' diye bağıran bir manzara. Yine de çekici.

Kırk beş dakika sonra bir yüzen adaya varıp yanaştık. Bizim yeni rehberin kardeşleri diyebileceğim kadar ona benzeyen kısa boylu kadınlar tarafından güler yüzle karşılandık. Yalnız giysileri farklı; çok renkli yerel elbiseler var üzerlerinde. Her yer bambu; ayaklarımızın altında yaylanıyor. Elbette ki yine bambudan inşa edilmiş kulübeler görünüyor. Bazı erkekler otları toparlıyorlar. Hoş yüzlü, biraz karikatürümsü başları olan kayıklar kenarlarda bekliyor.

Dolaştık. Evlerin içlerine bakmamıza izin verdiler. Televizyonla buzdolapları mevcut (elektrik var). Ancak tuvalet yok. Ocaklar dışarıda, yüksek ayaklı toprak setlerde duruyor. Uroslar burada geçimlerini turizmle balıkçılıktan sağlıyorlar. El işlerini satıyorlar, Titicaca'nın cömert sularında avlanarak yuvarlanıp gidiyorlar. Yaban ördeklerini yakalayıp, iç organlarını temizleyip, kurutup yiyorlarmış. Bir kısım Kızılderililer Puno'ya yerleşmiş, adalara işyeri gibi sabah gelip akşam dönüyorlarmış. Fakat bir bölümü hala buralarda yaşamaya devam ediyor. Artık hepsi Peru vatandaşı. Yeni yüzen ada yapmıyorlar. Zamanla hepsi yerleşik düzene geçecek, işlevini tamamlamış adacıklar da Titicaca'ya karışıp anı olacak. Turizm gelirinin devam edip etmemesine aldırmıyorlar; yenilerini yapmayacaklar, kararlılar.

Onurlu ve sakin insanlar. Ürettikleri kilimler, örtüler, çömlekler, takılar gerçek sanat eserleri. Desenler öylesine incelikle işlenmiş ki yaratıcılarının basit, sıradan görünüşleriyle çelişiyor. Figürlerde en çok Paçamama yer alıyor. Ölüler dünyasıyla yaşayanlar arasında habercilik görevini üstlenen kutsal, uzun burunlu, güzel Humming bird ise ikinci sırada. Ayrıntılar, mısır taneleri gibi tek tek, sabırla boyanmış. Derinlik esas buralarda, yüzeysel pırıltılara kimse aldırmıyor.

Düşünmemek elde değil. Rahat zamanlarda onurlu olmak, temel insani değerler hakkında ahkam kesmek, çevreye bilgiçlik taslamak, 'bence...' diyerek öneriler sunmak ne kadar kolay! Önemli olan dik duruşu, bağımsızlığı üzerinden silindir geçerken veya geçtikten sonra da sürdürebilmek. Varlığını ve üretkenliğini kaçarak devam ettirebilmiş, muhteşem dağların zirvelerine yakın yaylalardaki yerleşiklikten sudaki belirsizliğe geçerek öz benliğini koruyabilmiş bir halkla karşı karşıyayız. Kimseyi suçlamıyorlar, kin gütmüyorlar, yargılamıyorlar, değiştirmek için uğraşmıyorlar ama kendilerince önemli kabul ettikleri kavramlara da karıştırtmıyorlar. Müdahale etmek isteyen olursa Titicaca'nın sonsuzluğunda gözden kayboluyorlar.

Oradan kafam epeyce karışmış olarak ayrıldım. Çünkü yaptıkları sadece var olmak değil, aynı zamanda üretken ve yaratıcı da olmaktı.

Titicaca'nın göbeğinde yer alan en büyük doğal adaya doğru yola çıkıyoruz. Hava ısındı hatta bunaltmaya başladı diyebilirim. Gölün rengi açıldı, mavinin güzel bir tonunda. Beyaz bulutlar ileride suya uzanıyorlarmışçasına kıpırdanıyorlar. Sıcaklığın nemli buğusu hafifçe etrafımızı sarmış. Sanki düşler alemindeyiz.

Motorumuz iskeleye yanaştı, indik. Burada büyücek bir köy var. Teraslama tarzında mısır ve patates ekimi yapılıyor. İnka gelenekleri aslında alışkanlıktan değil, çok işlevsel olduğu için terk edilmemiş. Toprağı böyle kullanınca hem yer kazanılıyor hem de erozyon önleniyor.

Lamalarla keçilerin mutlulukla otladığı çalılıkların az ilerisinden kıvrılarak yükselen patikaya sapıyoruz. Terasları seyrederek tırmanıyoruz. Çok yükseklerdeyiz; arada durup soluklanmak, su içmek, manzara seyretmek sonra devam etmek iyi geliyor.

Yine ne yediğimi unuttum. Sadece yemekten sonraki müzikle yerel dansı hatırlıyorum. Karşımızdaki sanatçılar sadece buranın köylüleri. Fakat profesyonellerden pek farkları yok. Üstleri başları dökülüyor, o kadar.

Bir kez daha dans ettim. Bu sefer ilkine kıyasla başarılı sayılırdı.

Puno'ya doğru teknede arkadaşımla birlikte belleğimizi yokladık. İkimizin de zihninde binlerce görüntüyle izlenim uçuşuyor. Bunlar nasıl toparlanacak?

Gece Antonio'ya teşekkür edip beraberce grup resmi çektirdik. Yarın Bolivya'ya doğru yola çıkacağız ve o, Cuzco'ya geri dönecek. Tekrar görüşemeyeceğiz. Biraz Türkçe öğrendi. Merhaba, günaydın, iyi akşamlar, nasılsın, dikkat ve kardeşim demesini biliyor artık. Herkesle nasıl da tek tek ilgilendi, yüz ifadelerindeki değişiklikleri kaydedip sorunları gideriverdi! Dileğinin unutulmamak olduğunu söylüyor. Diğerlerini bilemem ama ben, Peru Kızılderilisi rehberimizi aklım başımda kaldığı sürece unutmak niyetinde değilim. İnsanın her zaman on iki bin kilometre ötede dostunun bulunması mümkün değil; değerini bilmek gerek.

Bolivya macerasından sonra dönüş yolunda, Lima'da gezmeye devam ettik. Onu da anlatmadan bitirmek istemiyorum.

Hiç yorum yok: