ŞÖYLE BİR BAKMAK İÇİN BİLE OLSA HOŞ GELDİNİZ!
Resimlere çok takılmayacağınızı umuyorum. Bu blog yazı için var oldu.

11 Haziran 2010 Cuma

PERU'DAN BOLİVYA'YA YOL (Ekim 2009 yolculuk izlenimleri)

Sabah Antonio ile sarılıp öpüşüp vedalaştık. Antonio, Peru'daki yerel rehberimizdi. On gündür birlikteydik. Tek tük kalmış Peru Kızılderililerinden. Katolik fakat Amazon'un bebek hali Urubamba nehrine bereketi artsın diye yemeğinden bir parça sunabiliyor. Quechua dili ve İspanyolca iki ana dili. Ayrıca İngilizce ve Fransızca biliyor. Hayatında ilk kez Türk görmüş (biz de ilk kez Peru Kızılderilisi gördük). Biz gelmeden önce epeyce tedirginmiş nedir bunlar diye. Ama on günde öyle içli dışlı olduk, öylesine yakınlaştık ki ayrılırken hepimizin gözleri doldu. Antonio ise açık açık ağladı. Ne de olsa Latin Amerika'dayız, duyguları gizlemek değil, açığa vurmak doğal burada.

Türk rehberimiz yine yeşillerini giymiş. Sakal traşını olmuş, güne hazır. Otobüste hepimizi sayıyor. İlkokul çocukları gibi sayıma alıştım buralarda. Turla yolculuk deneyimim pek yoktu. 1997'de ilk kez yurt dışına çıktığımda üç arkadaşımla birlikte Anadolu'nun bir kasabasından Viyana ve Budapeşte'ye gitmiştik ama dört kişi olduğumuz için turu pek takmayıp kendimiz dolaşmıştık. Ondan sonra defalarca yurt dışına çıkmış olmama rağmen turistik gezi nedir bilmedim. Bu aslında benim için ilk bilinçli tur deneyimi. Peru'da her şey tıkır tıkır işledi. Bakalım Bolivya'da ne olacak?

Antonio'suz otobüs yolculuğu tuhaf geldi. Buralardaki benliğimde o sessiz varlığıyla ne çok alan kaplamış meğerse! Önden ikinci sırada oturuyoruz; biz iki kafadar. Titicaca'yı görerek gidiyoruz. Arada içerilere sapıyoruz, gölün uzantılarını oluşturan su birikintileriyle gölü kısmen besleyen küçük ırmakların kenarlarından geçiyoruz. Tek tük köy benzeri yerleşimler var. Pek köy de denemez, düzenli değil. Patates tarımının elverdiği ölçüde evler topluluğu demek daha doğru olur. Çalı çırpı benzeri yabani otlar, birkaç otlayan lama, çevremizde dağlar... Çok yüksek değil elbette, en fazla iki bin metre kadar yüksektirler. Ne de olsa biz de dört bin iki yüz (4200) metredeyiz. Yol hafif bir eğimle daha da yükseliyor.

Sınıra gelmeden iki kez durduk. Birinde yol kenarındaki taşların üzerine yakın zamanda işlenmiş İnka ve Preinka figürlerini görmek için diğerinde ise bu gezide bulunacağımız en yüksek yerde bir süre konaklayıp hediyelik eşya bakmak için. 4338 metredeyiz. Bunun gerçek olduğunu algılayabilmek amacıyla yüksekliği gösteren tabelanın önünde resim çektiriyoruz. Hediyelik eşyalar her yerde gördüklerimizden. Alpaga şallar, şapkalar, atkılar, yün kazaklar, taştan takılar bir de daha önce rastlamadığımız yoğunlukta Pan flütler. Defalarca dinledik, çok güzel ses çıkartıyorlar, yarım avuç kadar küçük olanlarından adam boyunu aşanları bile var, biliyoruz. Çekinerek orta boydaki bir tanesini elime alıyorum. Hafif, iki katlı bir şey. Satıcı nasıl üfleyeceğimi gösteriyor, üflüyorum. Ses çıkmıyor. Tekrar tekrar deniyorum; imkansız! Almam için cesaretlendiriliyorum; öğrenirmişim. Ses çıkartmayı beceremediğim bir çalgıyı çalmayı nasıl öğreneceğim? Almıyorum elbette. Üflemeye çalışırken çekilen resmim bana yeter. (Yoksa buraya Antonio ile birlikte daha önce mi gelmiştik?)

Unutuyordum, bir kez daha durduk. Tekrar Titicaca gölünü tüm genişliğiyle gördüğümüz bir yerde. Bir yanımız Peru, diğer yanımız Bolivya. Önünde yine resim çektiriyoruz. Ne de olsa insan iki ülkeyi aynı anda gördüğü, dünyanın en büyük ve en yüksek gölüne daha da yüksekten baktığı bir mekana sık sık gelemez.

Sınıra vardık. Bir adet Red Kit kasabası burası. Küçücük. Meydanında on kişi var yok. Her sınır kasabası gibi göbeğinde heykeli, çevresinde çimenleri, tek düzgün yoluyla terkedilmiş ya da unutulmuş izlenimi veren bir yer. Sağdaki sokağın hemen girişine bir kamyon park etmiş. Biraz ilerisinde manav var. Manavın arkası bitkisiz bir tepe. İnsanlar bizimle ilgilenmiyorlar. Yolcuyuz, gidiyoruz, belli. Gelenler olsak belki ilgilerini çekerdik.

Otobüsten indik. Otobüsümüz ayrı, biz ayrı geçecekmişiz. Yani Peru ile Bolivya arasındaki sınırı yürüyerek geçeceğiz. Arada tabelalar var, İspanyolca. Daha çok para birimlerini ve basit kuralları hatırlatıyorlar. İki sınır kasabasındakiler yalnız kimlik göstererek giriş çıkış yapabiliyorlarmış. Onun dışında pasaport bürolarına uğramak gerekiyor. Peru tarafındakine giriyoruz, kısa sürede çıkış damgalarımız basılıyor. Artık ara yerdeyiz. Peru'dan çıktık diye bakılıyor ama henüz Bolivya'ya girmedik.

Yürümeye başlıyoruz. Şimdiye kadar çoktan alıştığımız gibi hafif bir eğimle yukarıya doğru. Yol dar bir asfalt. Etraf boş. Sağdaki tepe sanki bizi seyrediyor. Hava sıcak. Üzerimdeki kısa kollu T shirt bile terletiyor. Kazağım ve montum sırt çantamda. Bu yükseklikte en ufak gölgede katları sırasıyla giymem gerektiğini öğrendim artık.

Yolun yüz metre kadar ilerisinde yarım daire şeklinde bir çeşit geçit (kapı) görünüyor. Ötesi Bolivya. Merakla yaklaşıyorum. Yalnız ben değil, herkes meraklı. Ülkeden ülkeye yürüyerek geçmek bana çok ilgi çekici geldi. Sınırların tümüyle insan yapısı olduğunu öyle iyi belirtiyor ki! Kapıya on, on beş metre kala Bolivya tarafından gelen küçük, üç tekerlekli arabacıklar görüyoruz. Kutsal vadideki Peru Kızılderili köyü Ollaylantambo'dakilerin aynı. Belki yirmi tane ardı ardına geçidin altından geçiyorlar. Çoğu mavi. Bir kısmının arka kapıları sarı boyalı. Tümü çiçeklerle süslü. Çok sevimliler. Hepsinin içinde bir ya da iki kişi var. Bugün burada yerel bir kutlama varmış. Neyi kutladıklarını öğrenemedim ama Bolivya'dan Peru'ya neşeyle geçen yerli halkı ve bu hoş arabaları görmek gerçekten güzeldi.

Kapının altından geçtik. Artık Bolivya'dayız. Bu tarafta yakınlarda yerleşim yeri yok gibi görünüyor. Arabalar nereden geldi acaba? Sağdaki tepe de bize eşlik etti, burada devamı var. Solda kulübemsi bir binaya giriyoruz; gümrükmüş. Gümrük memuru yok. İnsan istese kolayca, koşarak Bolivya sınırını geçebilir diye düşünüyorum. Pek gözleniyormuşuz ya da beklenmeyen konuklara karşı önlem alınmış gibi bir hisse kapılmadım. Hep beraber şaşkın şaşkın etrafımıza bakınırken başında kovboy şapkası, üzerinde dar kot pantolonu ve uzun kollu gömleğiyle dağlardan, Che'nin yanından inivermiş gibi görünen genç bir kadın yanımıza yaklaşıyor. Yüzü asık, kaşları çatık. Uzun siyah saçları şapkasının altından özgürce fışkırıyor. Rehberimiz olaya el koyup İspanyolca konuşmaya başlıyor. Meğerse Bolivya'daki yerel rehberimizmiş gelen. Kalamiti Jane. Asıl adını maalesef öğrenemedik. Ya da takma adı öyle uydu ki ben unuttum.

Yemeğe ya da uzun bir tuvalet molasına gitmiş olan gümrük memuru dönüyor. İçerideki tahta ama resmi masasının arkasına oturuyor. Yüzü asık. Fakat gerçek değil bence, öyle düşünüyorum. Rolü gereği asıyor suratını. Hepimiz küçük birer form dolduruyoruz. Sonra tek sıra oluşturmamız isteniyor, yapıyoruz. Pasaportlarımız damgalanıyor. Tamam galiba. Hayır! Bir kişinin Amerikan pasaportu var ve sorun çıkıyor. Ne de olsa sosyalist, Küba ile ittifak halindeki bir ülkeye giriyoruz. Amerikan pasaportu ile almıyorlar. Kızcağız yırtınıyor. Benim yalnız babam Amerikalı, ben aynı zamanda Türküm, Türk pasaportum da var diye ama ona da vize almamış. Giremeyecek gibi görünüyor. İlk kez Amerikan pasaportunun bu dünyada geçerli olmadığı hatta bulundurulmasının sorun olduğu bir yer görüyorum. Hoşuma da gitmiyor değil, ne yalan söyleyeyim.

Amerikan pasaportlu arkadaşımızla rehberimiz birlikte Peru'ya geri dönüyorlar (tabii yürüyerek). Bizler sıkı sıkı tembihliyiz sakın uzaklaşmayalım diye. Nereye gideceğiz ki? Bu arada otobüsümüz de geldi. Bazıları girip içinde oturuyor. Ben kulübenin dışındaki iki ağaçtan az gölge vereninin altındaki taşa tüneyip bir sigara yakıyorum. Kalamiti Jane hepimizi süzüyor. O bekçimiz. İkinci sigaramı da bitirdikten sonra yeter diyorum. Gölgesi çok olan ağacın altına geçip kazağımı giyiyorum.

Bir saat bekledik. Sonunda geldiler. Başarmışlar. Hem Peru gümrüğünde hem de Bolivya gümrüğünde gereken rüşveti verip işlemleri tamamlamışlar. Ama Bolivya'dayken bir daha Amerikan pasaportunu ortaya çıkartmaması için arkadaşımız dikkate değer bir öğüt almış.

Otobüse yerleşiyoruz. Kalamiti Jane'e 'merhaba' demeyi öğretiyoruz ve Copa Cabana'ya doğru yola çıkıyoruz. Bolivya'nın Copa Cabana'sı elbette. Turistik ama buraya göre. Küçük, on bin nüfuslu bir kasaba. Titicaca'nın kıyısında. Yemeğimizi yiyip gölün Bolivya tarafında tekne gezisi yapacağız. Güneş ve Ay adalarına gideceğiz. Yola çıkmak üçü geçecek diye geçiriyorum içimden. Gümrükte şu Amerikan pasaportu derdi yüzünden çok zaman kaybettik. Altıda hava kararıyor buralarda. Öyle romantik, uzun gün batımları falan yok. Biraz alacakaranlık sonra hemen ardından karanlık basıveriyor. Ülke değişti ama doğa değişmedi. Hala aynı yerdeyiz. Geçidin bu yakası pek tekinmiş gibi gözükmedi gözüme. Issız. Beklenmedik olaylara gebe sanki. Bakalım nelerle karşılaşacağız? Şöyle bir içimi yokluyorum. Korkuyor muyum? Hayır! Merakın doruk noktasındayım ve her dakikayı fark ederek yaşıyorum. Uzun zamandır geçmişten ve gelecekten kopuk olarak 'şimdi'de yaşamamıştım. Şu anda tam da onu yapıyorum. Çok hoşuma gidiyor. Derinlerde bir yerlerde ufak bir tedirginlik yok değil, itiraf etmeliyim ama pek aldırmıyorum.

7 yorum:

jade dedi ki...

sevgili nedret,
geziyi senin izlenimlerinle (senin gözlerinden)yaşamak çok hoş. devamını bekliyorum.

kurtulusemrem dedi ki...

Bold'da "Yeşil Gözlü Adam" Bolivya'ya kaçıyordu. Peny de peşinden gidiyordu. Şimdi başka bir anlamı daha çıktı oraların. Bir solukta okuduk. devamını bekliyoruz.

inci dedi ki...

Nedret'ciğim gezi yazın çok güzel olmuş, tebrik ederim. Bir çırpıda okudum ama bu kadar kısa olmadığını biliyorum, devamını da aynı zevkle okuyacağım...

Kunegond dedi ki...

Bugüne kadar niye vakit yaratıp da okumamışım pişman oldum. Başta keşke fotograf da olsaydı diye düşünürken okuyunca gerek kalmadığını hissettim o kadar güzel betimlemişsin.

Bir de merak ettiğim bu satırları günü gününe mi yazmıştın yoksa blogu açtığın zaman mı yazdın?

Adsız dedi ki...

sayin nedret hanim, internette bolivya'ya tur duzenleyen sirketleri arastirirken blogunuza rastladim, zevkle okudum/okuyorum.
bolivya icin tek bir sirket disinda tur bulamadim. sizin icin bir sakincasi yoksa hangi turla gittiginiz konusunda beni aydinlatabilirseniz cok sevinirim. saygilarimla, nalan

Nedret Okan dedi ki...

Tur adı Cosmos. Ancak mutlaka çok iyi anlaştığınızı düşündüğünüz bir arkadaşınızla birlikte gidin. Çok uzak ve bilinmezlerle dolu yerler. Bünyeyi de zorluyor, destek gerekebilir. Ben hem arkadaş açısından hem de genel tur organizasyonu dışında özel düzenlenmiş bir programa katılmak açısından şanslıydım. Size güzel bir gezi dilerim. Nedret.

Adsız dedi ki...

sayin nedret hanim, ilginize sonsuz tesekkurler. donuste gorusmek uzere. saygilarimla, nalan